Koyu bir diktatörlük altında cezaevlerinin tıka basa dolduğu, en küçük gösterinin protestonun, düşünce açıklamasının kaba şiddet, soruşturma, gözaltı, tutuklama ile bastırıldığı, kafasını çıkaranın ezildiği bir anda iktidardan çok da farklı özellikler taşımayan ancak tarihin bizi bir şekilde yan yana koyduğu muhalefetin diğer kesimleriyle ilişkimizin nasıl olması gerektiği önemli bir sorun olarak önümüzde duruyor.

Akşener’in HDP’ye yönelik son açıklamalarının ardından bu daha fazla ihtiyaç gösteriyor diye düşünüyorum.

Tabii ki tutumumuz iktidara yönelik mücadeleyi yavaşlatıp, durdurup ya da ara verip enerji ve güçlerimizi ağırlıklı olarak muhalefetin diğer kesimlerine yöneltmek olmamalı.

Ancak muhalefetin sağlam temellere, bilinçli, örgütlü halk mücadelesine oturmasını istiyor ve bu baskı ortamından çıkışın ötesinde nasıl bir gelecek sorusuna demokratik, özgürlükçü, insan haklarına dayalı diye yanıt veriyorsak nasıl bir mücadele, nasıl bir muhalefet sorularına da hedefimize uygun yanıtlar bulmak, ona göre tutum belirlemek zorundayız.

Evet, Erdoğan-AKP iktidarının 20 yıldır gerçekleştirdiği yolsuzluklar, hukuksuzluklar, ahbap çavuş düzeni, yargının tamamen denetim altına alınması, tutuklamalar, ifade özgürlüğünün tamamen yok edilmesi, ekonomik yıkım, dış politikadaki maceracılık vb. politikalar en sağdan en sola çok geniş bir kesimi muhalif bir konuma getirdi. Erdoğan rejimine karşı olanlar cephesinde her renkten, görüşten gruplar, bireyler bulunmakta.

Bu cephede bulunan herkes farklı hedeflere sahip olmakla birlikte kendilerine yönelik tehdidin, sistemden, devletten dışlandıklarının, özgürce kendini ifade edebilme ve kendi olabilme olanaklarından mahrum bırakıldıklarının farkında. Sahip olduklarının, hak ve özgürlüklerinin ellerinden alındığını, kalanların da alınmak istendiğini görüyorlar.

Öyle görünüyor ki, bu kesimler AKP-MHP faşizminin ardında bıraktığı cumhuriyet idarelerinin baskıcı, faşist yönetimlerinden nitelik olarak farklılıklar içerdiğini anlamış durumdalar. Daha önce temel olarak devletin bürokratik, askeri mekanizmalarıyla işleyen faşizmin şimdi dinle programlanmış güçlü bir kitle temeline dayandığının ayırdındalar.

Bir zamanlar bu denli keyfiliğin önüne belirli sınırlar çekebilen yargı, sivil/askeri bürokrasi ve meclisin, iktidarın eski ortağı Gülen Cemaatinin büyük katkılarıyla ve bu kitle tabanı sayesinde tamamen ele geçirildiği, basit birer alet durumuna getirildiği anlaşılmış.

Çok açıktır ki linçlere teşvik edilen toplumda bir tür Nazi ruhu oluşturulmaya çalışılırken, sürekli olağanüstü hal rejimine dayanan diktatörlük hedefleniyor.

Bu yönelime karşı cephede konumlanan muhalifler ya azla yetinerek ya da canını kurtarmak amacıyla teslim olacaklar ya da böylesi bir rejimde yaşamayı reddederek mücadele edecekler.

Mücadelenin seyri her olasılığa açık görünüyor.

Böylesi baskılara ve tehditlere karşı her zaman mücadele içinde olan, yaşamları dahil her türlü bedeli ödeyen sol, ilerici kesimler ve demokratik Kürt hareketi gelinen noktada bu her renkten muhalifi yer yer ortak söylemler içinde yanında, yöresinde bulmuşken bu kesimlerle ilişkisinin nasıl olacağını, onların varlıklarıyla oluşmuş güçlü rüzgarda yönünü nasıl ayarlayacağını belirlemeli.

90’ların faşist politikalarının, faili meçhullerin, işkencelerin, kayıpların, hak ihlallerinin uygulayıcısı, sorumlusu Akşener ve çoğu MHP’den ve aynı tarz siyasetten gelen kadrolarıyla İyi Parti, yukarıda özetlenen suçlara, politikalara uzun süre ortaklık, faillik eden Deva ve Gelecek partileri, kirli savaşın ve hak ihlallerinin 90’lardaki ortağı, hak ve özgürlükler konusunda ya sessiz ya da devletten yana duran Milli Görüş’ün Saadeti, başta Kürtler olmak üzere farklı etnik gruplara yönelik asimilasyon, katliam, soykırım, sürgün politikalarının sahibi, sol gösterip hep sağ vuran CHP ve diğerlerine karşı tutum ne olmalı?

Basit değil, bunlar bizim misketlerimizi çalmadı. Öldürdüler, katlettiler, işkenceden geçirdiler, hapsettiler, yok saydılar…

Ancak yine de egemenin her şeye karar vermeye muktedir olduğu sürekli olağanüstü hal rejimleriyle farklı bir tehlike teşkil eden AKP-MHP iktidarına karşı konumlanmaları, samimiyetten uzak olsalar da hak, hukuk, adalet, çoğulculuk vb. gibi bizim kavramlarımızı kullanmak durumunda kalmaları politika yapmamızda, özgürlük mücadelesinde bizlere yeni olanaklar sunuyor, egemenin planlarını güçleştiriyor.

Onların yaratmak zorunda kaldıkları bu rüzgardan tabii ki faydalanmalıyız.

Bu rüzgarı dönüştürmeye çalışırken, önemsiz görüp sönmesine katkı sunmamalıyız.

Samimiyetle bu politikaları uygulamak isteyenleri teşvik etmeli, en azından daha geri noktalara düşmemelerini sağlamalıyız.

Ancak HDP’yi, terörist olmakla itham ettikleri PKK’nin yanına koyarak dolayısıyla terörist, gayrı meşru ilan eden Akşener gibi şahsiyetlerin ve partilerinin gerçek özgürlük ve hak savunucuları değil, sistemi yeniden eski tarz bürokratik, baskıcı, faşizan anlayışa geri döndürmeye çalışan, sistemden ve pastadan dışlanmışlıklarına son vermek isteyen güçler olduğunu unutmadan bunları yapmalıyız.

Bugün uzun süre belimizi doğrultamayacak şekilde ezilmek, yeni katliamlara, çok daha fazla işkencelere ve baskılara uğrama tehlikesi altındayız. Esas hedefimiz tarihin bizi bir şekilde yan yana koyduğu, bugün Erdoğan karşıtı cephede bulunanlar olamaz. Ancak onları tanımak, tanımlamak ve halka tanıtmak bir diğer uğraşımız olmalı. Bu muhalefet cephesini zayıflatmaz, tersine hem nitelik hem de nicelik olarak geliştirir.

Böylece aynı zamanda AKP’nin ilk zamanlarındaki gibi halkın önemli bir kısmının boş hayallere kapılmasına karşı mücadele edebilir, toplumla birlikte kendimizi daha özgürlükçü bir siyasi mecraya kanalize edebilir, gerçek seçeneğin bizler, yani sosyalistler, ilericiler, halkların özgürlüğü için mücadele edenler olduğunu anlatabiliriz.