Eşitsizliğin kol gezdiği bir ülkede “Herkes eşittir!” demek eşitsizliği onaylamak anlamına gelir. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede “Herkes özgürdür!” demek özgürsüzlüğü onaylamak anlamına geldiği gibi.

Yani sözlerin anlamı, içinde kullanıldığı ortama göre şekil alır. Eğer ortamı atlarsanız sözleriniz başka anlamlar yüklenerek kulaklara ulaşır. Tıpkı Başbakan’ın kameraların karşısına çıkıp “Bu doğal felaketi siyaset için kullanmaya çalışanları” bizlere şikâyet ederken kendisinin de yaptığının biraz buna benzediğini atlaması gibi.

Başbakan’ın bu sözlerinin iyi niyetle söylenmiş olduğundan kuşkum yok. Başbakan’ın bu sözlerle siyaset yapmayı amaçlamadığı ortada. Ama sanırım sorun da burada.


Medyanın siyasete mesafe alarak habercilik yapmak yerine iktidarla mesafe daraltarak bunu yapması muhalif düşüncelerin aynı şekilde medyada yer almasını önlüyor.
Bu ortamda, “felaketi siyasete” alet edenleri kınamanın bile “felaketi siyasete” alet etmeye yol açması sadece bir sonuç. Siz istemeseniz de bu böyle.

O nedenle de Başbakan’ın medya konusunda söylediği her söz medyanın iktidarla mesafesini daha da daraltıyor. Bu mesafe daraldıkça da biz, diğerlerinin söylediklerini değil Başbakan’ın onlara ne söylediğini duyarak bilgileniyoruz ki bu durumun demokrasiyle bir ilişkisi olmadığı ortada. (Hele hele yeni bir düzenlemenin geleceği söylentisi ortalıkta dolaşmaya başladığından beri muhalif düşüncelerin seslerinin daha da kısılacağı beklentisi artmakta.)

Nitekim bu nedenle de “felaketi siyasete alet etmeye çalışanlar”dan kimleri anlamamız gerektiği tam olarak anlaşılamadı ya da en azından ben anlamakta zorlandım. Birkaç ırkçı densizin dışında medyaya yansıyan ne var bilmiyorum. Milliyetçi MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli’nin “Depremde ırkçılık yapan soysuzdur” demesi ile BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Yardımlarda kardeş kokusu var” demesi aynı derecede kardeşliğe ve barışa vurgu yapan güçlü sözler değil miydi?

Gelin doğruyu konuşalım!


Kardeşlik bugün, karşılıksız bir biçimde beton yığınlarının ya da kerpiçten duvarların altında kalanlara yardım etmeyi gerektiriyorsa, aynı şekilde yine karşılıksız bir biçimde bu insanların kimliklerinin üzerinde yıllar yılı beton yığınları gibi duran önyargıları, adaletsizlikleri ve hukuksuzlukları kaldırmayı da gerektiriyor
.


Yani eğer bugün kardeşlikten söz ediyorsak, kardeşlik zor günlerde zora düşenlere yardım eli uzatmaksa, aynı şekilde Kürt kimliğini yaşayamamaktan dolayı ezilmiş, horlanmış ve her türlü adaletsizliğe uğratılmış bir halkın üzerindeki tarihin bu yükünü de bu insanların üzerlerinden almaya yardımcı olmamız gerekiyor.

Yani gerçek kardeşlik, ülkede yaşayan herkesin nasıl yaşamak istiyorsa öylece yaşayabildiği, nasıl ibadet etmek istiyorsa öylece ibadet edebildiği, nasıl giyinmek istiyorsa öylece giyinebileceği yeni bir demokrasi oluşturmaktan geçiyor. Üstelik böyle bir demokrasinin temellerini atmamız da içinde bulunduğumuz “anayasa yapma süreci”nde çok mümkün.

Gelin doğruyu konuşalım!

Gelin kardeşliği yalnızca doğanın neden olduğu enkazı kaldırmak olarak değil tarihimizin neden olduğu enkazı da kaldırmak olarak da anlayalım!

Gelin bunu yapalım!

Gelin gerçek bir demokratik anayasa yapalım!

Eğer derdimiz sahiden “kardeşlik”se.