Önceki gün İpek Medya'ya ait televizyon kanallarına polis baskını görüntülerini izlerken bir hakikati yeniden gördüm. Kitleler ve kimlikler değişse de faşizmin verdiği görüntü hiç değişmiyor.

7 Haziran seçimlerinin hemen öncesinde HDP'nin Diyarbakır mitinginde AKP'nin ''öfkeli gençlerinden'' bir tanesi üzerindeki bombayı patlatmıştı. Patlamada ölenlerin yanı sıra çok sayıda yaralı vardı. Siyah asfaltın üzerinde kandan bir birikinti oluşmuştu. Birikintinin içinde titreyen insan parçaları, üzerine kan sıçramış kimlikler, gözlerden süzülen damlalar iç içeydi.

Kan bulaşmış o kimlik resmini dün bir kez daha gördüm. Bir gazetecinin avucunda faşizmin resmini verir gibi duruyordu.

Kan sıçramış bu gazeteci kimlikleri, karartılmış televizyon ekranları bize iki şeyin resmini çiziyor. Birincisi haksızlığa uğrayan bir kitleyi... İkincisi demokrasiye silah doğrultan faşizmi.

***

Şimdiye kadar Hizmet hareketinin en büyük çekincesi, belkide ön yargısı ''laiklere'' yönelikti. Ama en korkunç hukuksuzluğu bir anlamda kendileriyle aynı tabanı paylaşan muhafazakarlardan gördü. Yani AKP iktidarından.

Ha diyebilirsiniz ki; laikler bildiğiniz gibi değildi, ön yargılarla kangren olmuş ideolojik saplantılarla bizi dışladılar, yok saydılar. Evet derim haklısınız. Tıpkı AKP iktidarının ''ölüye sırt çeviren'' muhafazakarlığı gibi, laiklerimiz de bir eksik ideolojinin devamıydı. Bugün karşı çıktıkları hukuksuzluk, bir zamanlar irinli bir yarayı ele geçiren solucan misali onların sofralarında geziniyordu.

Hizmet hareketine gönül vermiş insanlar şuna kanaat getirmeli artık; polis kurşunuyla katledilen Alevi kızına cenaze arabası vermeyen devlet, Kürt çocuklarının parçalanmış cesetlerini derin dondurucuda bekleten devlet, bugün de dönüp size silah doğrultuyor.

Şimdi anlıyorsunuz değil mi tüm o vatan, bayrak güzellemeleri bir hedefe ulaşma gayesiymiş. Mevzi kazanmak, mutlak iktidarın sahibi olmak içinmiş.

***

Siz daha iyi bilirsiniz ki Müslüman Müslümana karşı savaşta ''şehit'' olmaz. Hele kazada hayatını kaybetmiş, başına yıldırım düşmüş olan hiç ama hiç ''şehit'' değildir. Peki siz ne yaptınız, savaşın devamından yana olanların, savaştan, ölümlerden para kazananların icat ettiği bir aldatmacaya uydunuz.

Kürt sokağında ölene de, cinnet geçirmiş silah arkadaşının kurşunuyla canından olana da şehit dediniz. Bugünkü hukuksuzluğun taşları bu aldatmacalarla döşendi emin olun.

Soma'da 301 insan hayatını kaybetti, bunlara şehit demediniz, hiç kimse demedi. Oysa ailesinin nafakasını helâlinden kazanmak için çalışırken iş kazasından ölenler ''şehit'' sayılırlar.

Roboski'de paramparça olan 34 insan için şehit demediniz, hiç kimse demedi. O insanlar yanarak kül oldular, bilirsiniz ki ateşte yananlar ''şehit'' olurlar.

***

Diyarbakır'da güvenlik güçlerince terör örgütü IŞİD mensuplarına düzenlenen operasyonda çatışma çıktı. Çatışmada teröristlerin yerleştirdiği bombanın infilak etmesi sonucu 2 özel harekat polisi şehit oldu. Sonrasında Başbakan, IŞİD'in nankör olduğunu, nankörlük yaptığını söyleyerek bizleri aydınlatmış oldu!

Türk Dil Kurumunun sözlüğünde nankör kelimesinin karşılığı ''Kendisine yapılan iyiliğin değerini bilmeyen kimse, iyilik bilmez.'' olarak geçiyor. Öyle ya ''besle kargayı oysun gözünü.'' Sen bütün dünyayı karşına al, dünyanın en barbar, en vahşi, en kanlı örgütüne destek ver! Aşını, ekmeğini, mühimmatını eksik etme, sonra IŞİD ''tuz ekmek düşmanı'' gibi davranıp polisini şehit etsin. Buna ''nankörlük'' denmez de ne denir, Allah Billah aşkına!

***

Neyse konumuz bu değildi, ben başka bir şeyden bahsedecektim. Bela o kadar çok ki insan ne diyeceğini unutuyor. Hatırladım evet ''şehitli'' mefhumundan bahsediyordum.

Yeniden alev alan Kürt-Türk savaşı iki polis şehit oldu diye başladı. AKP iktidarı son kanlı savaşı bu yalan üzerinden kurguladı. İki polisin insafsızca katledilmesinin acısıyla yüzlerce askeri, polisi daha ölüme gönderdi. Aptalca bir savaş olduğu için, zalimce bir aldatmaca olduğu için mantığını sorgulamıyorum, dikkat edin sadece olayları olduğu gibi sizlere aktarıyorum.

İki polisin ölümü büyük bir infiale sebep oldu. Ülkenin batısı şefkat krizleriyle bitap düştü... O kadar ciğerli, o kadar içliydiler ki cennet ülkeyi Kürtlere dar ettiler. Evlerini yaktılar, linç ettiler, Atatürk büstü öptürdüler. Türk'ün yüreği yanınca, gözü bir şey görmüyor ki, nedamet getirene dek her Kürt düşmandır artık, PKK'lidir.

34 Kürt köylüsü paramparça olunca havai fişek patlatarak sevinç çığlıkları atanlar, iki polis için memleketi yaktılar. Kürt ölünce sevinir, Türk ölünce üzülürsünüz... Sahi siz insan mısınız?

Hani İslami tevekkül, hani komşuluk, hani kardeşlik!

***

Şimdi siz kendinize sorun; iki polis şehit oldu diye Kürtlere savaş açan AKP iktidarı, IŞİD barbarlarına neden savaş açmıyor?

Kendinize bir soru daha sorun; Urfa'da öldürülen iki polis için sokaklara dökülen, milliyetçi, vatansever, dindar insanlar neden şimdi yoklar ortalıkta. Diyarbakır'da katledilen iki polisi şehit olarak görmüyorlar mı yoksa? İnsani hassasiyetinize ikiyüzlülük mü bulaştı, nedir bu kaypaklık söyleyin hadi!

Anlayacağınız mesele Türk-Kürt meselesi değil, Alevi-Sünni meselesi değil, Laik-Dindar çekişmesi hiç değil. Mesele demokrasi meselesidir.

Mesele savaştan ve ölümden servet kazanan alçakların duyguları, dostlukları ve inançları sömürmesi meselesidir.

Yakinen bildiğim için söylüyorum; Kürt çocukları bir bir düşerken toprağa ses etmediniz, Roboski'de faşizme dur demediniz, Alevi gençleri Gezi'de kurşunlanırken sessiz kaldınız... Bunlar vahim hatalardı. Şimdi yanan sizlersiniz.

Siz yanarken, ne Kürtler ne de Aleviler sessiz kalmıyor, sizin için sizden çok haykırıyor.

Bu vicdan, bu bilinç, bu insaniyet bizim tek kurtuluşumuzdur.

Şimdi HDP'ye karşı besleyip büyüttüğünüz önyargılarınızı aydınlık günler için rüzgara doğru savurmanın vakti değil midir?

Acılarımızın ortaklığı bunu usulca fısıldıyor, hadi siz de kulak verin.