Konuşmak istesen konuşmak yasak!

Yürümek yasak!

Protesto etmek yasak! 

Kürt sorunu demek yasak!

Kürdistan demek taşeronluk!

Yurtdışında temaslarda bulunmak ihanet!

Yurtiçinde temaslarda bulunmak bölücülük!

Üniversite etkinliklerinde öğrencilerle bir araya gelmek örgütlü bölücülük!

Miting yapmak halkı isyana teşvik!

İktidarla siyasi müzakere yürütmek solcu değerlere ihanet!

Muhalefetin gücü olmak muhafazakâr Kürtlere ihanet!

İnsanları evinde açlığa mahkûm etmek serbest, buna karşı koymak yasak!

Kürtlerin ölümüne üzülmek yasak!

Kürtler ölüyor demek kötü niyet!

Savaş dursun demek PKK'ye hizmet!

***
Ne yapsın Kürtler?

Ne yapsın Demirtaş?

Kürtler ölünce sevinen, Türkler öldüğünde üzülen toplum ile Türklerin ölümünü şehitlik olarak ilan edip, Kürtlerin ölümünü leş olarak değerlendiren devletin zımni ittifakı bu şuursuzluk üzerinde belirginleşip bütünleşti.

Siyasetin toplumla ittifakı yalan ve sömürü üzerine olunca; adam öldürenin değil adamı kimin ne için öldürdüğü önem kazanıyor.

Yani devletin alî menfaatleri önemli.

Devletin yanında saf tutan bir Kürt anında "ete tırnak olup" kardeş sayılırken, muhalif bir Kürd'ün alnının çatından vurulması da vatanseverlik olarak kabul görüyor.

89 günlük bebeğin vurulmuş olması, 70 yaşındaki kadının sokak ortasında vurulup bir hafta boyunca çürümeye terkedilmesi "müspet savaş koşulları" olarak değerlendiriliyor.

***
Sizler batıda mutlu mesut ırkçılık yaparken, yaşlısından, çocuğuna, kadınına kadar acı çeken, aç kalan Kürtler, kahvaltı sofrasında top mermisiyle vurulan Kürtler, cenazesini almaya giderken canından olan Kürtler ama haklı olan sizsiniz!

Nankör olan Kürtler öyle mi?

Savaşı kimlerin başlattığı ve niçin başlattığı malum olduğundan yıkıcı sonuçları üzerinden konuşmanın anlamlı olacağına inanıyorum.

Kendisini muhafazakâr, mütedeyyin olarak tanımlayan insanların ilgilisini fazla çekmeyecektir bu anlattıklarım. Çünkü içinde şehvet yok, tahrik yok, halvet yok.

Acı var, görünce insanı kör eden insanlık dramı var, itaat ettiği ölçüde "din kardeşi" sayılan Kürd'ün yürek yakan feryadı var.

Ve bütün bunları görmeyen, görmek istemeyen, göreni de hain ilan eden ikiyüzlü bir toplum, o topluma yalan ve hile servis eden "müptezel" bir medya var.

Oysa savaşın başladığı ilk günden bugüne savaşa karşı alanlarda, meydanlarda barışa ses veren tek siyasi parti HDP oldu. Lice'den Silopi'ye, Cizre'den Sur'a, Nusaybin'e, Yüksekova'ya kadar miting düzenleyen, gelin ölümlere son verelim sorunlarımızı müzakere masasında konuşalım diye çırpınan Demirtaş oldu.

Tabi göz görmeyince "hakikat" çile oluyor.

Hakikati savunduğun kadar suçlu, vicdanlı olduğun kadar ihanet içinde oluyorsun.

Böyle bir durumda heybetli bir ses tonuyla muzaffer orduya daha çok ölüm diye emir veren Davutoğlu; ülkesini seven dindar bir vatansever oluyor.

Bir bedel ödemek gerekiyorsa bunu biz ödeyelim, yeter ki kimse ölmesin, yeter ki tek bir eve acı düşmesin diyerek feryat eden Demirtaş; Türk'ün hafızasında kötülük uyandıran "Ermeni dölü bir hain" oluyor.

***
Peki beklentileri nedir?

Kayıtsız şartsız teslimiyet... Hakkından, geleneklerinden, onurundan vazgeçerek devlete biat istiyorlar. Onursuz bir yaşam karşılığında Kürtlere ekmek veriyorlar, bu ahlaksızca bir dayatma.

Buna razı olan, geçmişten bugüne devletin yanında saf tutan Kürtler üzerinden bunu toplumun geri kalanına dayatıyorlar.

Tabi bunu görmek, buna karşı koymak için Kürt olmak gerekmiyor. Vicdan sahibi olmak kâfi.

Ama maalesef "vicdansızlık" üzerinde ittifak kuruldu. Bir yanında "biz geçmişten beri devletin yanında saf tuttuk" diyen savaş pazarcısı medya diğer yanında acıya ıslık çalan muhafazakâr toplum.

İşte bu dayatmaya karşı koydukları için Kürtler nankör, Demirtaş hain oluyor!