Batı ile olan farklarımızın zamanla yok olacağına, giderek onlara benzeyeceğimize dair bir düşünce, belki düşünce de değil bir inanç var etrafta. Öyle ya “Batı’lılaştıkça”, yani “modern”leştikçe bizim de onlara benzememiz kaçınılmazdır düşüncesi hiç de yabana atılabilecek bir düşünce değil.

Tabii bu benzerliği kuran insana, Batı ve daha çok da Avrupa, “modernliğin” simgesi gibi geldiğinden bu böyle.

Bu kanaatin yaygınlığı biraz da eskiye, “kuruluş”a kadar gitmesiyle de ilgili bence. Nitekim Mustafa Kemal de (Batı’yı zaman zaman eleştirse de)  böyle düşünürdü özünde. “Biz Garb (Batı) medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz, onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz” cümlesi ona ait. Ya da, “Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket, devamlı bir istikameti muhafaza etti. Biz daima Şark’tan (Doğudan) Garb’a                    (Batıya) yürüdük ” cümlesi de...

Doğrusu bu yazıyı okurken bu kanaatin pek de doğru olmadığına dair çok sayıda örnek hemen aklınıza gelmiştir sanırım. Benim aklıma gelen en son örnek ise “Demirören AVM” denen ve Beyoğlu’nda tarihi dokuya da biz İstanbullulara da meydan okuyan bir ucube bina.

Gökkafes orada mal gibi dururken buna mı taktın!” demeyin. Gökkafes’in yerine önceden bir şey yoktu ve Gökkafesi yaparak yeni bir çirkinlik yarattılar yaratmasına ama, bu, başka. Başka, çünkü, bu, “Demirören AVM” denen çirkinlik yalnızca bir çirkinlik olarak değil, biz hayatta olan İstanbulluların anılarında yer alan bir köşenin yok edilmesi anlamında da bir çirkinlik.

Ben diyorum ki Batı ile farklarımız hiçbir zaman kapanmayacak. Bunu söylemem Batı’yı “matah” olarak gördüğümden değil, Batı gibi olmaya razı olsak da olacak olanların Batı’da olacak olanlar gibi olmayacağından.

Nitekim bu amaçla yaptıklarımızın, yani attığımız bütün Batılılaşma adımlarımızın hemen tümünün ne Batı’ya ve ne de Doğu’ya benzemediği ortada. Söz konusu binaya “ucube” dememin nedeni de bu.

Kâr hırsını benimsemesem de anlıyorum. Batı kapitalizmi zaman içinde bu özelliğinden vazgeçmediyse de bazı tavizler verdi. Daha doğrusu kazandıklarını küçük bir azınlık için de olsa daha yaşanabilir bir dünya için harcama eğilimini benimsediği kadar içindeki mücadelelerin bir sonucu olarak da bir “kamu” düzeni ve kavramı da geliştirdi.


Mustafa Kemal “Garp”ı, yani “Batı’yı gösterdiğinde yalnızca Avrupa’ya işaret etmiyordu. Aynı zamanda “kapitalizm”e de işaret ediyordu bence
. Ama ne var ki yarattığı sistem ne Avrupa’ya ve ne de “kapitalizme” benzemedi. Ucube, kavruk bir toplum ve ekonomi üretti. TÜSİAD’ın son anayasa çıkışından çark etmesi de Gökkafes diye bir binanın şehrin ortasına dikilmiş olması da ve bu “Demirören” AVM’si (mi demeli ucubesi mi siz karar verin) de hep bu nedenle.

Peki nasıl olmuş da bu olabilmiş? Anlaşılan itirazlar olmuş. Bu kadar oraya buraya saldırarak şişmanlatılan bu binanın eski tarihi binayla bir ilgisi kalmadığı söylenmiş. Şikâyetler edilmiş, koruma kurullarına falan gidilmiş. Ama yine de son noktayı Bakanlar Kurulu koymuş.

Hangi Bakanlar Kurulu mu?

Ülkeye yeni bir anayasa vaadededen, o nedenle de bir kez daha toplumdan tek başına iktidar olmak için oy isteyecek olan hükümetin bakanlar kurulu, 20 Şubat 2007’de, Demirören AVM’nin bulunduğu alanı, bir Bakanlar Kurulu kararıyla Yenileme Alanı olarak belirleyerek ve de izin verme yetkisini 1 No’lu Koruma Kurulu’ndan alıp İstanbul Yenileme Alanları Koruma Kurulu’na geçirerek son noktayı koymuş.

Ne derler? Hayırlı olsundan başka.