Ünlü Amerikalı yazar Kurt Vonnegut bir romanında, dünyada artan salgın hastalıklara işaret ederek “Dünyanın bağışıklık sistemi insandan kurtulmak istiyor ama bir türlü başaramıyor” demişti. Doğrusu yaşanan bunca ekonomik krize bakınca benim de içimden “Dünyanın bağışıklık sistemi kapitalizmden de kurtulmak istiyor ama bunu da henüz gerçekleştiremedi” demek geliyor.

2008 küresel ekonomik krizi insanlığın yeryüzündeki macerasında bir adım daha atmasına yardımcı oluyor. Bu adımın nasıl bir adım olduğunu henüz yeterince bilmiyoruz ama çeşitli işaretlerden böyle bir adımın atılmakta olduğu açık.

Krizi değerlendiren iktisatçılar giderek daha fazla eski iktisat teorilerinin insanla ilgili varsayımlarını ele alıyorlar. İnsanın kâr/zarar hesabı yaparak yaşayan “rasyonel birey” soyutlamasının gerçeği yansıtmadığı ve dolayısıyla tüm teorinin sorunlu olduğunu söylüyorlar. Kimileri de (örneğin Nobel ödüllü Kenneth Arrow) bireyler rasyonel davransalar bile aralarındaki bilginin “eşit” olmaması, yani “asimetrik bilgi” durumunun varlığının sosyal olarak da etkin kararların alınmasını önlediğinden söz ediyorlar.

Yani iktisatçılar bugün, bireylerin her zaman “rasyonel” davranmayabildikleri, bilginin de varlığın da “eşit” dağılmadığı bir dünya kurgusunun iktisat teorisinin gündemine gelmesi gerektiğini söylüyorlar.

Kendi özgürlüğü komşusunun özgürlüğünün başladığı yerde biten ve bu daracık özgürlük alanında komşusuyla dahi iletişemeyen bireyler dünyasının gerçek dünyayla bir ilgisi olmadığını keşfediyorlar.

Böylelikle 2008 küresel ekonomik krizi, birbirleriyle karşılıklı olarak etkileşen, bu etkileşim içinde kararlar alan bir toplum hayalini insanlığın gündemine getiriyor. Bu hayal, ekonomiyi olduğu kadar sosyal ve siyasi alanları da etkileyecek bir hayal.

Bireyin “yalnız” değil, diğer bireylerle birlikte “sosyal ağlar” içinde yaşayan ve bu ağlar içinde kendini gerçekleştiren bir canlı olduğunun kabulü bence daha şimdiden birçok değişikliği tetikledi bile.

Bugün G-7’lerin yerine G-20’lerin geçmesi, “Bağımsız, bağımsız!” diyerek dünyadaki bütün “merkez bankalarını” otomatiğe bağlayan anlayışın terk edilmesi, “kamusal” denetim ve düzenleme mekanizmalarının yeniden gündeme gelmesi, bütün bunlar bilesiniz ki bu değişimin bir sonucu.

Toplumun “birbirleriyle karşılıklı etkileşen bireylerden” oluştuğu ve bu nedenle de toplumu yöneten kararların bu etkileşim içinde alınması gerektiği düşüncesi ise yeni bir “demokrasi” anlayışını tetikliyor.

Bu demokrasi anlayışıyla, toplumların önemli kesimlerinin toplumu yöneten kararların alınmasından dışlanmış olduğu eski sistemler arasında bir düzey farkının ve dolayısıyla bir basınç farkının ortaya çıkması da kaçınılmaz.

İşte bugün Mısır, Tunus, Bahreyn ve Libya’da ayaklanan halkların bize gönderdikleri mesaj, kendi gelecekleriyle ilgili kararların alınmasında kendilerinin dâhil edilmediği bir rejimin tüm toplumun çıkarlarına değil olsa olsa yönetici küçük bir azınlık elitin çıkarlarına hizmet edeceği mesajıdır. Yani yeni bir demokrasi ihtiyacına işaret eden bir mesajdır.

2008 küresel ekonomik krizi insanlığın yeryüzündeki macerasında bir adım daha atmasına yardımcı oluyor. Bu adımın nasıl bir adım olduğunu henüz yeterince bilmiyoruz. Ama görülen, insanın, diğer insanlarla ilişkili olduğu ağlar içinde, karşılıklı etkileşerek kararlar aldığı, içinde bulunduğu ekonomik alanı da siyasal ve sosyal alanı da öylece biçimlendirdiği yeni bir toplum algısına yöneldiği.

Bizde de durumun benzer olduğu açık değil mi? Bütün toplumun, hiçbir karar alınmamışken yeni bir anayasayı beklemesi, bunun için hazırlanıyor oluşu başka nasıl açıklanabilir ki?

Bir dönemin bittiğinin en çarpıcı işareti de bu değil mi?