Başbakan Davutoğlu ikinci kez New York’ta, “Operasyonlarda tek bir sivil ölmedi” dedi.

Ama öldü. Hepimiz tanığız.

8 yaşındaki, kocaman kapkara gözlü, mor çiçekli ayakkabılı Elif öldü.

Belki en sevdiği ayakkabıydı, belki bayramlığıydı. Kim bilir ne heyecanla beklemişti, o sabahı. Uyumadan önce başucuna koyup, uzun uzun bakmıştı çiçekli ayakkabılarına belki.

Hepimizin çocukluğu gibi.

Sizin çocuklarınız gibi.

Sizin çocuklarınız büyüyor, ama Elif hiç büyümeyecek.

Evlerine düşen havan topu ya da roket, her neyse onun küçücük bedenini paramparça etti.

Sizin “ölmedi” dediğiniz Elif Şimşek, nerede?

Bulun o zaman onu Sayın Davutoğlu, geri getirin ailesine.

Dindirin büyük acılarını…

Cizreli 10 yaşındaki Cemile nerede?

Madem ölmedi, derin dondurucuda kimi sakladılar?

Siz mi yalan söylüyorsunuz, Cemile’nin cansız bedenine sarılarak sabahı bekleyen annesi mi?

Cizre’de 10 ile 70 yaş arasında, kadın-erkek, yaşlı-çocuk 21 insan hayatı sona erdi.

Ama Başbakan’a, İçişleri Bakanı’na göre tek bir sivil ölmemiş, öldürmemişler.

Silvan’da 9 Eylül’de, halı sahada futbol oynayıp dönerken polis kurşunlarına hedef olan 16 yaşındaki Bilal Mengi 20 gün sürdürebildiği yaşam savaşını kaybetti.

İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de arkadaşlarıyla futbol oynadıktan sonra eve dönebilen şanslı çocuklardan değildi o.

Evinde televizyon izlerken annesinin kucağına paramparça düşen çocukların ülkesindendi.

Bismil’de 22 yaşındaki Agit Yıldız da öyle. Evinin önünde otururken 3 kurşunla vuruldu.

Çünkü kamu güvenliği, onların kapıya, cama, balkona çıkınca vurulmaları demekti.

Kamu güvenliği, onların bırakın gökyüzüne bakmalarını, evlerinde bile nefes alamamalarına bağlıydı.

Havuz medyası bir yana, Kasımpaşalı’ya meydan okuyan Kelkitlinin delikanlılığı da haber yapmaya yetmedi işin aslını, esasını.

Zaten hiçbiri ölmemişti ki!

8 yaşındaki Elif, 10 yaşındaki Cemile, 16 yaşındaki Bilal ya ölmedi, ya da teröristti!

Hangisi Sayın Davutoğlu?

Siz ki, saygın bir akademisyendiniz. İyi bir baba olduğunuz söyleniyor.

Ne zaman bu korkunç ve kanlı iktidar savaşının çarklarına bu kadar gönüllü vida oldunuz.

Değer mi?

O uzun kanlı sicilleri, daha fazla kan dökmekten başka çare bırakmıyor olabilir Saray’dakilere.

Peki siz, razı mısınız gerçekten, tarihe bu sicilin paydaşı olarak geçmeye?

Ya siz Sare Hanım?

Siz ki ceninin bile canlı diye alınmasına karşı çıktınız. Kürtaja karşı bayrak açtınız. Kadın olarak kadının karar hakkını, bir hücrenin yaşam hakkıyla savunmaya çalıştınız.

Ettiğiniz Hipokrat yemini, Kürt çocuklarını kapsamıyor mu?

Bu savaşın kazananı olmayacak, siz de biliyorsunuz.

Ama kaybedenleri başta çocuklar, hepimiz ve bu ülke olacak.

‘Özel Güvenlik’lerle, evlere hapsedip öldürmekle, Kürt halkını çoluk çocuk demeden şiddetle cezalandırmakla mı övüneceksiniz yarın?

Ne uğruna?

Başbakanlık koltuğunuz zaten sallantıda.

Dışarıda içeride bütün kamuoyu biliyor ki, yetki Saray’da, sorumluluk sizde.

Seçimlerde sonuç ne olursa olsun, bu savaşı sürdüremezsiniz.

Bu ülkedeki büyük çoğunluk, ölümlere yeter diyor.

Biliyorlar ki; cepheye sürülen gençler ülkeyi kurtarmaya değil, iktidar hesaplarına kurban ediliyor.

Vicdanı, aklı, yüreği, inancı, namusu olan biri için bu bilgiden daha büyük bir azap olabilir mi?

Ve sizler hâlâ çocuklarınızın gözlerine bakabiliyor, başlarını okşayabiliyorsunuz.

Savaşı sürdürürseniz, bölücübaşı siz olacaksınız.

Ahmet Türk’ün “Bizden sonraki kuşakla diyalog bile kuramazsınız. Bu işi ancak bizimle çözerseniz” sözü bile çoktan geride kaldı.

Onlardan sonraki kuşakla da çözmeye yanaşmıyorsunuz.

Bir sonraki kuşak ise şimdiden “Ne Türkiyelileşmesi. Bunlardan kardeş falan olmaz” demeye başladı bile.

Bölünmenin bütün duygusal iklimini ağırlaştırarak sürdürüyorsunuz.

Özel Güvenlik Bölgeleri adı altında, “Milli Kürt İradesi”nin sizi tercih etmediği her noktayı coğrafi olarak da ayrıştırıyorsunuz.

Basbayağı bölücülük yapıyorsunuz.

“Özel Bölge”lerde yaşananları TTB, Barolar, Barış İçin kadın Girişimi, insan hakları örgütleri ve başka pek çok heyet anlatıyor, yazıyor.

Okurken, dinlerken insanın boğazına bir yumruk gelip oturuyor.

Cizre’de, Silvan’da, Şemdinli’de onlarca tanık IŞİD militanlarına benzeyen, tıpkı onlar gibi besmeleyle, Allah-ü Ekber nidalarıyla saldıran özel timciler olduğunu iddia ediyorlar.

Daha seçimlerden önce IŞİD’in o bölgelerde örgütlenmeye çalıştığı yazılıp, çiziliyordu.

IŞİD operasyonlarından da hiç söz edilmediğine göre insan ister istemez soruyor; hani Türkiye’de ciddi örgütlenmeleri vardı?

Hani siz, PKK, DHKP derken IŞİD’i de yanına katmıştınız?

Financial Times gazetesine göre, IŞİD Türkiye'deki gizli faaliyetlerini artırıyor.

Sizin ihtiyaç duyduğunuzda, operasyonlara kamuoyunu ikna etmeniz gerektiğinde telaffuz ettiğiniz IŞİD, harıl harıl çalışıyor.

Ama bizim gündemimizden aniden kalktı.

IŞİD’den bahsedilmesin, Allah-ü Ekber diye saldıranlardan söz edilmesin, size göre ölmeyen ama toprağa verilen çocukların nasıl öldüğü öğrenilmesin diye mi medyayı susturmaya çalışmanız?

Dicle Haber Ajansı’nı, Azadiya Welat gazetesini ve belli ki sıradakileri sindirme operasyonları bundan mı?

Sonunda gele gele genelkurmayın 90’lardaki çizgisine geldiniz ama toplumu oraya geri döndüremezsiniz.

Döne döne MGK üretimi bayrak mitinglerine döndünüz.

Gerileye gerileye sırtınız tanklara dayandı.

Gidecek yeriniz kalmadı.

Elinizde kala kala, çocuklara ya ölümü ya da “ölü yıkayıcılığı”nı vaat etmek kaldı.

Son çareniz sandık oyunları ama bu ülke Evren’in işaret ettiği partiyi bile iktidar yapmadı.

Siz Evren’den fazla ne yapabilirsiniz?

Apoletleri takıp, üniformayı çektiniz ama işe yaramayacak.

Olan ülkeye olacak.