“Cemaat”, “kimlik” “sosyal çevre” gibi kavramların her birinin birbirleriyle ortak kökleri varsa da kuşkusuz farklılıkları da var. Geçen yazımda “laik kimlik”i ele alıp onun siyaseten tam olarak sahiplenilmemişliğini konu etmiş, konu ederken de bu kavramları biraz gelişigüzel kullanmıştım. Bunun nedeni benim kararsızlığımdan çok bu kesimin kimi zaman bir “sosyal çevre” kimi zaman bir “cemaat” kimi zaman da bir “kimlik” gibi davranıyor olmasındandı.

O yazıda “laik” kimlik üzerinden siyaset yapan CHP’nin son zamanlarda bu kimliğin siyasi iddiaları içinde yer almayan ya da bu kimliğin taşımakta zorlanacağı daha sol ve özgürlükçü iddialara yönelmeye çalışmasını ele almıştım.

CHP’nin karşılaştığı bu durumu bir sorun olarak değerlendirip, bu sorunun; “laik kimlik” içinden bir siyasetle, bu kimliğe rağmen “sol ve demokrat” bir siyaset yapmak istemek gibi aslında birbirleriyle oldukça zıt sayılabilecek iki siyasi pozisyon arasında kalmaktan kaynaklandığını belirtmiştim.

Bu düşüncemin nedeni ise açık: bütün fikrî temelini Atatürkçülük ya da Kemalizm’den alan, bu nedenle de laikliği otoriter bir yorumla algılayan, “Ben Atatürk’ü ve onun fikirlerini tartışmam” diyebilen, “başörtülülerle aynı yerde bulunmaktan zül duyan” ve her taşın altında irticai bir proje arayan, Fuat Keyman’ın deyişiyle “dışlayıcı modern” bu kesimle, kimlik, cemaat ne derseniz deyin siyaset yaparken, sol ve demokrat fikir ve değerlerden sözetmek öyle pek kolay değil.

Kısaca ifade ettiğim bu anlayışın benimsediği fikirler ve değerlerle sol ve demokrat değerler ve fikirler arasında kolay bir geçişlilik olsaydı CHP’nin de bu fikirler arasındaki alanı kendi siyasi alanı olarak belirleyip hem laiklikten, hem Ergenekon’dan sözedip, hem de mağduriyetlerden, Kürtlerin haklarından, kılık kıyafet özgürlüğünden sözederek siyasetini daha etkili hale getirebilirdi.

Oysa bunu yapmak pek mümkün değil. Değil çünkü bir yandan otoriter bir laikliği savunup, bir yandan başörtülülere tahammül edemeyip, bir yandan Ergenekoncuları savunurken, bir yandan da insanların dinî inançlarının özgürce yaşanabileceği düzenlemeleri, kılık kıyafetin insan haklarının alanına girdiğini, Kürtlerin taleplerini haklı bulduğunu aynı anda söyleyerek siyaset yapmak, dediğim gibi pek mümkün değil. Eğer yapılırsa da inandırıcı olması zor.

İşte CHP, Kılıçdaroğlu yönetiminde böyle bir ipte oynamaya çalışıyor. Hem bir yandan “darbe planlarıyla” ilişkili oldukları apaçık hale gelmiş olan Ergenekon ve Balyoz sanıklarını savunuyor, bir yandan da “biz de darbelere karşıyız” demekten bir beis duymuyor.

Bir yandan başörtülü üniversiteli kızların başörtülerini çıkarmak için “ikna odaları” kurmuş olmaktan başka bir ünü olmayanları milletvekili yapıyor, bir yandan da “bizim başörtüsüyle ilgili herhangi bir sorunumuz yok” diyor.

Bir yandan özgürlükçülüğü savunuyor, bir yandan da Dersim devletin işiydi ve Atatürk’ün de haberi vardı diyen kendi milletvekili hakkında soruşturma açıyor.

Bir yandan bu sorulara muhatap olunca da “Bu olayları tarihçilere bırakalım, bugünün siyasetinde kullanmayalım” diyor öte yandan “Nâzım Hikmet’i hapishaneye gönderenin de Sabahattin Ali’yi öldürtenin de CHP olduğunu” söylüyor...

Kısacası CHP, bir yandan “laik kimliğin” benimsediği fikir ve değerler diğer yandan da “sol ve demokrat” fikir ve değerler arasında gidip gelerek güvenilirliğini ve inandırıcılığını kaybediyor.

Denebilir ki Kılıçdaroğlu aslında daha çok “sol ve demokrat” bir çizgide siyaset yapmak istiyor. Ama böyle bir siyasi tercihin “laik kimliğin” karakterine uymayan bir siyasi tercih olacağı apaçık değil mi? Böyle bir tercihin, “laik kimliğin” Atatürkçü duyarlılıklarını, dinle mesafesini, Batılı kılık kıyafet ve yaşam tercihlerini kısmen de olsa dışlayan bir tercih olacağı açık değil mi? Eğer böyle yapılırsa CHP’nin “laik kesimden” koparak zayıflayacağı da bir o kadar açık değil mi?

Türkiye’nin normalleşmeye çalıştığı bir dönemde CHP’nin de normalleşerek kendi köklerine dönmesi ve Cumhuriyetçi kurucu değerler üzerinden bir siyaset yapmaya yönelmesi daha doğru bir seçenek olur bence. Bugün artık Atatürkçü fikirlerin utangaç bir biçimde savunulduğu bir Türkiye’de Atatürkçülüğün ya da laik kimliğin sınırlarına kadar gidip orada Cumhuriyetçi bir siyaset üretmek CHP açısından daha verimli olabilir.

Tabii CHP’nin önünde bir başka seçenek daha var ama bu yalnızca parti kadroları içinde değil kendi doğal tabanı olan “laik kesim” içinde de tıpkı Erdoğan’ın “İslami kimlik” siyaseti içinde yaptığına benzer bir zihnî dönüşümü gerçekleştirebilmektir ki bu da bir başka yazının konusu.