1991 genel seçimlerinden “şeffaf devlet” vadeden Süleyman Demirel’in Doğru Yol Partisi (DYP) birinci parti çıkmış ve Erdal İnönü liderliğindeki Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ile koalisyon hükümeti kurmuşlardı. Demirel-İnönü ikilisi ilk fırsatta Güneydoğu’ya gidip “Kürt realitesi”ni tanıdıklarını açıkladıklarında umutlar iyice artmıştı. Fakat bu vaatin ilk ciddi sınaması olan 1992 Newroz/Nevruz kutlamalarında bütün hayaller yıkıldı ve ülke görülmedik ölçüde bir çatışma ortamında yıllarca savruldu.

O tarihte Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışıyordum ve Diyarbakır’daki kutlamaları izlemekle görevlendirilmiştim.

Diyarbakır’da bir tatsızlık yaşanmamıştı ancak Cizre’de çıkan olaylarda foto muhabiri arkadaşımız İzzet Kezer’in de aralarında olduğu çok kişi hayatını kaybetmişti. Ertesi gün Nusaybin karıştı. Olayları yerinde izlemek isteyen ben dahil bir grup gazeteci ilçe girişinde polis tarafından engellendik. O gün izlenimlerimin başlığını “Şeffaf devlet Nusaybin’de durdu” başlığıyla kaleme almıştım. O acı Nusaybin yolculuğundan geriye kalan en çarpıcı anılardan biri, gidiş ve dönüşte arabada sadece Sezen Aksu dinlemiş olmamızdı, özellikle Kürt şair/siyasetçi Kemal Burkay’ın şiirinden hareketle ortaya çıkan “Bir kedim bile yok” adlı şarkıyı.

Aradan neredeyse 20 yıl geçti ve Burkay, 31 yıl sonra ülkesine döndü. Her ikisi de çok uzun zaman dilimleri. Fakat benim gibi 1992 Newrozunu yerinde yaşamış ve Kürt sorununun çözümü konusunda mutlak bir umutsuzluğa kapılmış kişiler adına “buna da şükür” diyelim. Bu arada Burkay’ın dönüşünün Türkiye’de “askeri vesayetin sonlandığı” günün hemen ertesine denk gelmiş olması hiç kuşkusuz mutlu bir tesadüftür.

Haksızlıklar

Burkay’ın 31 yıl sonra dönmüş olması çok sevindirici bir gelişme. Bu dönüşün, moda deyimle ülkedeki “iklim değişikliği” sayesinde gerçekleştiği kesindir. Ama eğer bu dönüş nedeniyle bir kişi tebrik edilecekse o da hiç tartışmasız Burkay’ın kendisidir. Çünkü eğer ortada bir “iklim değişikliği” söz konusuysa, bunda Burkay gibi, şiddetle arasına hep mesafe koyan, Kürt sorununun barışçıl çözümü için fedakârlıktan çekinmeyen Kürt aydınlarının payı hayli yüksektir.

Burkay’ın, hükümetin başlatmış olduğu, adı sonradan Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ne dönüşen “Kürt açılım”na destek verdiğini, hatta dönüşünü bu bağlamda izah ettiğini biliyoruz. Fakat onun gelişinin arifesi ve sonrasında yazılıp çizilenlere baktığımda, yer yer kendisine haksızlık edildiğini gözlüyorum.

Haksızlıkların en önemlisi Burkay’ı sadece bir “edebiyatçı” olarak göstermeye çalışmaktır. Halbuki o çok erken yaşta Kürtlerin hakları için mücadele etmeye başlamış solcu bir siyasetçidir. Bunun ötesinde, her ne kadar süreç içinde başlangıçtaki gücünü kaybetmiş olsa da, Türkiye’nin varlığını hâlâ sürdüren en eski Kürt siyasi hareketinin lideridir.

İkinci olarak Burkay’ın Öcalan liderliğindeki hareketle ilişkisi konusunda yapılan bazı haksızlıklara değinmek istiyorum. Öncelikle Kürt hareketi içinde rakip kişi ve görüşlere tahammülü olmayan PKK çizgisindeki hareketin, bu dönüşten memnun olmadığını vurgulayalım. Örneğin Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) genel kurulu geçtiğimiz hafta sonu BDP Diyarbakır il merkezinde yapıldı. Parti binasının salonundaki televizyonda Mezopotamya TV’nin (MMC) müzik yayınlarını izleme şansım oldu. Tıpkı diğer müzik kanalları gibi MMC de kliplerin altından izleyicilerin SMS’le yolladıkları mesajları geçiyor. Bunlardan birinde bir izleyici açık açık “İşbirlikçi Kemal Burkay’ı kınıyorum” diyordu. PKK’ya yakın çizgide yayın yapan medya kuruluşlarının Burkay’ı basit bir “AKP destekçisi” olarak gösterme gayretleri son derece rahatsız edici. Ona yönelik gel DTK içinde çalış” çağrıları da gülünç.

Öte yandan Burkay’a “PKK ile savaş” gibi bir misyon yüklemeye çalışanlar da var. Benim bildiğim kadarıyla Burkay, Öcalan çizgisine karşı hep ideolojik ve siyasi mücadele içinde olmuş, PKK’nın şiddet eylemlerine hep karşı çıkmış, onları sürekli olarak silahsız mücadele platformuna davet etmiş ama onlarla savaşmaktan da uzak durmuştur.

Hükümetin Burkay’ın kişiliğine, deneyimlerine ve görüşlerine ihtiyaç duyması son derece anlaşılır bir şey. Ama ondan yararlanmak istiyorlarsa öncelikle Kürt açılımını bıraktıkları yerden devam ettirmeleri gerekiyor.