Bu başlığı yazdığımda aklıma Luis Bunuel’in 1972 yapımı kara komedi türündeki ‘Burjuvazi’nin Gizli Çekiciliği’ filmi geldi. Yönetmen bu filmi çektiğinde 72 yaşındaymış. Film genel olarak burjuvazinin taşlanması hikayesi çerçevesinde tartışılmış. Sembollerle dolu bir film. Yönetmenin yaşını da düşünecek olursak bir rivayete göre bir öz eleştiri olarak kendi bulunduğu sınıfa/kendine ayna tuttuğu ya da kendinden bağımsız burjuva yaşamını anlatmaya çalıştığı söylenmektedir. Bunu yaparken de askeriyenin sisteme ara ara müdahalelerde bulunarak burjuvaziyle iç içe geçtiğini, din adamı kostümünün içindeki kişiden bağımsız olarak din adamlığının yapay bir saygı uyandırdığını anlatan bir içerik ve sürrealist anlatım tarzıyla yapmaktadır. Filmin aralarında gördüğümüz yürüme sahneleri de burjuvazinin hiçliğini, beyhudeliğini ve amaçsızlığını anlattığı söylenebilir. Bir de filmde konuşulanların anlaşılmadığı sahneler vardır. Bu da belki tartışılan kavramların anlamsızlığını, yapılan konuşmaların boş bir gürültüden ibaret olduğunu anlatmak içindir. Ayrıca sinemanın teknik gerekliliklerini ters yüz etmek için de kullanılmış olabilir. Üst üste ses binmemesi kuralını çiğneyerek seyirciyi rahatsız etmekten geri durmamıştır Bunuel. Filmin hikayesi nedir diye sorulsa yemek yemeye çalışan insanlar diyebiliriz ancak. Bir türlü bu yemeğin yenilemediğini göstermesi aslında gerçeklikten ne kadar uzaklaşıldığının, yüzeysel konuşmalarla meşgul olunup amaçtan sapıldığının ve keyifle bir arada durulamadığının göstergesi gibidir adeta. Yemek yeme mizanseni ise doyum/doyumsuzlukla çağrıştırılabilecek ve burjuva için törensel bir unsur olması sebebiyle seçilmiş olabilir. Yani burjuvazi bize çekici gelebilir ama aslında bir rüyadan da ibaret olabilir. Daha fazla filmi anlatmadan yazının asıl oluşma sebebine gelelim.

PARAZIT

Bu yazıya vesile olan ise yakın zamanda izlediğim üç film oldu. ‘Parazit’, ‘Menü’ ve ‘Hüzün Üçgeni’ filmleri. Üç filmde de burjuvaziye mensup olarak tariflenmiş karakterlerin yer aldığı, çoğunlukla tek mekanda geçen ve ana amacın burjuvazinin “yozlaşmasını” vurgulamak olduğu anlaşılan vahşi sahnelerin yer aldığı hikayeler yer almaktadır. Bundan başka çok şey anlatıyor elbet filmler ama izleyicilerin ortak olarak hemfikir olabileceği ve çarpıcı olan taraflardan biri olduğu için bu açıdan yaklaşmayı seçtim. Nitekim filmlerde kişisel olarak eleştirilebileceğim yönler bulunmuyor değil. Örneğin ‘Menü’ filminde hamburger sipariş etmesi paket yaptırıp alıp giderek kaçabilecek olmasından mı ya da diğer aşçılar neye dayanarak şefle beraber ölmeyi göze aldılar gibi sorular oluşmadı değil. Yani filmde kutuplaşan iki tarafın (aşçılar ve misafirler) psikolojilerine ve şefin böyle bir plan yapmasının gerekçelerine önem vermek yerine bu meseleleri yüzeysel geçip, daha çok etkileyici sahneler yapmaya odaklanılmış gibi gelmiştir.

the-menu-

Her bir filmin baştan sona hikayelerine, olumlu ve olumsuz yanlarına tek tek değinmeden sadece ortak yönlerine vurgu yapacağım. Üç film de konu seçimi ve olayların doruk noktası bakımından toplumsal yozlaşma ve kapitalizm eleştirisiyle dirsek teması halindedir. ‘Hüzün Üçgeni’ ve ‘Parazit’ filmleri bu durumun en bariz yansıtılmış olanlarıdır. Parazit filmi gelir eşitsizliğinin toplumda yarattığı uçurumu ve yoksullara karşı duyarsızlığı anlatırken, ‘Hüzün Üçgeni’, aynı gemide olma metaforu ile sınıflar arası çatışmayı sanat ve moda dünyası üzerinden anlatmaktadır. Parazit filmi, yoksul bir ailenin zengin bir ailenin yanında çalışmaya başlamasından sonra bir gün ev sahiplerinin tatile gitmesiyle yoksul ailenin evin tadını çıkarmaya başlaması ve sonra ev sahiplerinin dönmesiyle doruk noktasına ulaşıyor. ‘Menü’ filmi, zengin ve önde gelen restoran eleştirmenleri ve gurmelerin bir adada özel bir yemek sunumu için bir araya gelmeleri ve şefin onlara yemek menüsünü anlatmaya başlamasıyla doruk noktasına ulaşıyor. ‘Hüzün Üçgeni’ filminde ise yine zengin bir grup insanın bir teknede eğlenmektelerken geminin kaptanının dümeni bırakması ve konukların arasına katılmasıyla olaylar gelişmeye başlıyor. Üç filmde de zenginlerin mevcut “çekici” düzeni bozuluyor, başlarına kötü olaylar geliyor ve hesaplaşmalar yaşanıyor. Bu hesaplaşmalar ise ders alma ya da kökten değişim gibi bir ideal sonuca bağlanmanın aksine huylu huyundan vazgeçmez tadında yansıtılıyor. Öyle ki ‘Hüzün Üçgeni’ filminde koşullar değişse de, felaketler yaşansa da modern dünyanın bazı kabulleri (güzelliğin hale etkisi, zenginliğin yozlaştırıcılığı, insanın çıkarcı doğası, ötekileştirme gibi) ve iktidar düzeni değişmeyecek deniyor. Hatta filmdeki tuvalet görevlisi örneğindeki gibi, iktidarın koşulları oluştuğunda yoksul kişilerin de bu iktidarı tatmayı seçebileceği görülüyor. Ancak ‘Parazit’ filminde olduğu gibi zengin bir aileymiş gibi yaşama şansı elde edildiğinde bu düzeni devam ettirme çabası olsa da üzerlerine sinen kokunun gerçekleri ortaya çıkarma gücüyle büyü bozulur. Ayrıca eşitsizliğin, yönetilmeye tabii olunduğu (zorla ya da rıza ile) sürece (gemide çalışanların misafirleri memnun etmeye yönelik yaptıkları motivasyon toplantısı, adada mahsur kalındığında temizlik görevlisinin kaptanlığını kabul eden misafirler ve taksicinin modellik yapan çiftten erkek olana yönelttiği ‘bir tarafın diğerine hükmetmezse karşı tarafın kölesi olacağı’ uyarısı gibi) şekil ya da kimlik değiştirse de devam ettirildiğini söylüyor. Ancak tüm bu süreçte meydana gelen rekabet, çaresizlik, korku, intikam gibi duygular filmleri şiddet ve kan içeren sahnelere doğru sürüklüyor.

huzun-ucgeni

Üç filmde de burjuvazinin gizli çekiciliğinin ışıldayan yanları gösteriliyor. Bahçeli, havuzlu, akıllı evler; teknede güneşlenme keyfi; özenle sunulmuş bir akşam yemeği ambiyansı... Bunların hepsi filmlerin sonunda hayatta kalma mücadelesine dönüşür. Ortak diğer bir nokta da rollerin değişimi, fakirler zenginlerin konforuna ulaşıyor, eleştirmenler aşçı oluyor, tuvalet görevlileri ise kaptan…’Parazit’ filminde ise katmanlı bir rol değişimi yapılarak yoksul ailenin zengin ailenin yerine geçme planlarını bozan başka bir yoksul aile de alegoriye dahil edilmiş ki burada da acımasızlık ritüeli bozulmuyor. Bu rol değişimleri ise iki sınıfın tepkimeye girmesiyle çirkinleşen davranışlarla sonuçlanır. Örneğin ‘Hüzün Üçgeni’nde ıssız adaya düşen zenginlerden birinin, dışarıda uyumamak için tuvalet görevlisine Rolex marka saatini vermeyi teklif ederek, karşılığında görevlinin yaşadığı üstü kapalı filikada barınmayı istemesi gibi. Filmler aynı zamanda her sorgulamanın ya da sınıf atlama çabasının bir kabullenişle sonuçlandığını da anlatıyor. ‘Hüzün Üçgeni’nde Carl, sevgilisi Yaya’nın niyetini, çıkarcılığını sorgulamasına ve sabrının taşmasına rağmen en sonunda kazan kazan mantığıyla ya da belki de sınıf atlama beklentisi ile ilişkiye devam etmeyi seçmiştir. Yine ‘Menü’ filminde gurmeler ve eleştirmenler öleceğini bile bile çok fazla kaçma çabasına girmeyerek şefin planına uyum sağlamayı seçmişlerdir. Parazit filminde de yoksul aileni, zengin ev sahiplerinin yerine geçme çabası sonuçsuz kalmıştır. Dolayısıyla filmlerin sonu şunu önermektedir: mevcut düzen, iki kaşın arasında ve belli bir yaştan sonra kader gibi beliren hüzün üçgeni kırışıklığı gibi hayatlarımıza nüfuz eder ve sağ kalanlarla devam ettirilir. Bunun yanında filmler, söyleyecekleri sözleri bağıra bağıra söylemekten çekinmez. Öyle ki ‘Hüzün Üçgeni’ filminde korsanların gemiye fırlattığı el bombasını yerden alarak bu bizim ürettiğimiz ürün diye övünür iş adamı ve ardından bomba patlar. Filmler sözlerini söylerken seyirciyi rahatsız edici unsurlar (ölen hayvanlar, kusan insanlar, vahşice saldırılar, küçük düşürücü talepler) kullanmaktan çekinmezler. Son olarak bu filmler dışında benzer konuyu işleyen birçok film ve dizi mevcut elbette. Bu bağlamda henüz izlememiş olanlar için Michael Haneke’nin ‘Cache’, Jordan Peele’in ‘Us’, Hirakozu’nun ‘Shoplifters’ filmleri ile güncel ve dizi türünde bir örnek olarak White Lotus önerilerini de sizlerle paylaşmış olayım.