Burak ile ilk ne zaman konuşmaya başladık, ya da yüz yüze ilk buluşmamız ne zaman oldu hatırlamıyorum. Ancak şöyle bir geriye dönük yazışmalarımıza baktığımda Burak ile Türkiye’nin şiddet hikayelerinden başka bir şey konuşmadığımızı gördüm. İlki Temmuz 2015’e ‘Yeryüzüne Özgürlük’ grubu için koşuşturmalarında yazışmışız. Ve kendisinin vicdani ret metnini basından okumuş sonra da bunun üzerine iletişime geçmişim. Kısa bir ‘nasılsın, ne var ne yok’ faslından sonra; “Roboski yine karışık” diye bir cümle yazıyor bana.

Vicdani reddinin merkezine Roboski’de devlet tarafından öldürülen katırları koymuştu Burak. Ancak beklediği etkinin oluşmadığını, daha başka şeylerin yapılması gerektiğini söylüyordu. Sonra biz zaman zaman toplantı ve eylemlerde bir araya gelmeye devam ettik. Her zaman içimde olan ve soramadığım bir soru vardı: ‘Türkiye’de İnsan Hakları Mücadelesi yürütmek bu kadar zor iken sen Hayvan Hakları için mücadele yürütürken direnme gücün nereden geliyor?’ Ancak ben bunu Burak’a hiç soramadım.

15 Aralık 2015 tarihindeki yazışmamızda, onca koşturma ve çabasına rağmen hiçbir şey yapamamanın sinir bozukluğu içinde olduğunu söylüyordu. Cezaevindeki Osman Evcan kampanyası için koşturuyordu. Ama her defasında; “Kürdistan’ı düşünüyorum bir taraftan, en çok da o beni bitiriyor” diyordu. Eğitimde vicdani ret hakkı kampanyası için de çalışıyordu o zamanlarda. Tıp, veteriner, biyoloji vb fakültelerde hayvan kesip biçmek istemeyen öğrencilerin deney ve uygulama derslerinden muaf tutulması için bir kampanya. Ve sonra gene Roboski üzerine konuşmaya devam etmişiz. Roboski’nin yıldönümünde mutlaka orada olmak istiyordu.

Hayvan Hakları İzleme Merkezi ve Komitesi olarak yapacakları bir basın konferansına Filiz Kerestecioğlu ile ikimizi çağırmışlardı; “her şey o kadar kötü ki, rapor filan açıklayacak durumda hissetmiyorum kendimi” diyordu. Biz Burak ile Barış Blok’u, Halkların Demokratik Kongresi, Vicdani Ret Derneği toplantıları ve eylem çağrılarıyla birlikte Kamp Armen’de de bulunduk. Burak çok zor bir alanda çalışıyordu, Hayvan Haklarına dair bir durum, sorun ya da problem gördüğümde hemen kendisine ulaşmaya çalışıyordum. Biliyordum ki sorularımın cevabı Burak’ta.

19 Temmuz 2018 tarihli yazışmalarımızda Burak bana evlilik üzerinden Fransa’ya gelmek istediğini, bu konuyu kendisi için araştırmamı istemişti. Uzaklarda olmak bana çok zor gelse, kendisi için de bu konuda kaygılansam da bir an Burak’ın da gelebilme ihtimali beni çok mutlu etmişti. Hani sakınmadan, nasıl anlaşılırım kaygısı/korkusu yaşamadan, ağız dolusu konuşup ve ağız dolusu gülebileceğin insanlar biriktirmek çok zordur bu hayatta. Ben Burak ile en son 10 Eylül 2019 tarihinde yazışmışım, Paris’te 31 Ekim - 4 Kasım 2019 tarihlerinde yapacağımız Uluslararası Antimilitarist Kamp için konuşmuşum. Kendisini davet etmişim, bilet paraları için Sivil Düşün’e yazdığını ancak olumlu cevap alamadığını, başka bir vakıf için yeniden yazacağını söylemişti. Ama olmadı, Burak kamp için aramızda değildi.

9-10 Kasım Avrupa Vicdani Ret Bürosu (EBCO) toplantısı için Brüksel’de Türkiye’deki vicdani ret gelişmeleri/davalarına dair sunum metni yapıyordum. En son Burak ve Şendoğan davaları olmuştu. Birkaç gün önce okuduğum bir haberde Burak ve Şendoğan’ın banka hesaplarının bloke edildiğini, ve özellikle de Şendoğan için Türk Ceza Kanunu 53/1. Maddeye dair endişelerimi paylaşmıştım. Sonra Şendoğan’ın sosyal medya hesabında Burak’a dair yeni durumu okudum.

Kaçıp sığınacağın bir yer arıyorsun, kabul etmiyorsun; bir yere gitsem, başka bir zamana aksam ve istemezsem Burak’ın bu gidişine de tanık olmam diyorum.

Vedalardan nefret eden biriyim, veda etmesini bilmem. Bir yere giderken “görüşmek üzere” cümlesini bile kurmak istemeyen biriyim. Evden çıktığımda, ya da bir yere gittiğimde veda etmem, bir anda ortada kaybolurum. Veda etmek bana acı ve hüzün verir. Ben kimseye veda edemem. Hele hele Burak’a asla veda edemem ben...

Sevgili Burak,

Ben şimdi çok güzel bir diyarda yaşıyorum, güne güneş ve bahçedeki bir asırlık Çınar ağacındaki kuşların şakıdamaları ile giriyorum. Tabi ara ara bizim komşunun şu saat ayarı olmayan horozu yok mu. Ama olsun en azında teknik bir “günaydın” almıyorum, penceremin camlarını açtığımda karşımda köyümüzü saran dağları görüyorum, tabi benim St Faust kırsalındaki evimden baktığımda Pyrene Atlantik dağlarını görüyorum.

Burada artık sabah çayları yok, sen de bu ahenge uyanmak istersen Jeseph ile birlikte sana da bir kahve koyarım. Sonra seninle şu dağları, tepeleri tırmanmaya başlarız. Tabi önce evdeki Çiya, Soré ev Xuçka’dan sabah öpücükleri alman lazım. Ya bunlar kedi felan değil, bildiğin hiçbir zaman büyümeyecek bebekler bunlar.

Köyün meydanı bizim evin bitişiği, sabah oraya çıktığımızda hemen sevgili Peo, Monik, Egoits ile güne sıcak bir merhaba. Köyümüzün patika yollarına kendimizi vurmadan sırt çantasına “idarelikler”i de atmak lazım. Malum bazen bu dağ/patika tırmanmaları saatleri bulabiliyor. Çıkacağımız dağların etekleri seni çok mutlu edecek. İnan bana. Ama geç kalma hemi...

Seni çok ama çok seven yol arkadaşın Ercan Jan Aktaş