Ölümden öte köy "askerlik"

Uzun ve yorucu bir mahrumiyetten sonra bugün sınırların dışına çıkıp özgürlüğü soludum.

Nedendir bilmem ama garip bir utangaçlık vardı üzerimde. Dışarıya ilk adımımı attığımda emekleyerek yürüyen bebek gibi tökezlediğimi fark ettim.

Sanki hayata borçlanarak yürüyordum. Yürüdükçe yüküm ağırlaşıyordu sanki.

Ağır aksak ilerliyordum. Üzerimdeki utangaçlık, o zoraki ciddiyet rüzgarın esintisiyle dökülüyordu. Sonbahar yaprakları gibiydi duygularım. Üflesen dökülecek cinsten... Yürüdükçe alnımda beliren kırışıklıkların bir bir dağıldığını hissediyordum.

İlk nefes, ilk kıpırtı, ilk adım, ilk bakış... Zihnimin tenha serinliğinde durup beni bekliyordu sanki. Çocuksu heyecanım filizlenip beni yokluyordu.

Özgürlüğün bir anlam kargaşası olmaktan öte, ne büyük bir insani erdem olduğunu; nefes gibi, su gibi, hava gibi, toprak gibi olmazsa olmaz olduğunu haykırıyordum yüreğime.

Zihninde dalgalanan heyulalara rağmen, ruhumdaki ferahlık benimleydi hâlâ. Buğusu genzi yakan öğlen güneşine aldırmadan coşkulu dalgaları yokluyordu bakışlarım. Birbirini kovalayarak sahile uzanan dalgaların keyifli danslarını hayranlıkla izledim bir süre.

Adımlarım beni insan kalabalığına taşımak için sabırsızlanıyordu. İlerledikçe ruhumdaki isyanın adımlarıma yansıdığını görüyordum. Evet isyan ediyordum; beyhude bir çabayla tutsağı olduğum düzen (kastedilen askerlik kurumu) aslında benim karanlığımdı. Sömüren, yaralayan, yok sayan bir karanlık.

Bu geberesice karanlıktı beni hayallerimden, tutkularımdan, sevdamdan alıkoyan. Sersefil bir yalnızlığa mahkûm eden.

Düşlerim askıda beklerken, ruhum dar ağacında sallanıyordu her gece. Kanlı bir hesaplaşmanın tanığı gibiydim; ölüyordum her gün ve her gece.

Nasıl bir yoksunlukta hamallık yapıyordum, niye yapıyordum? Kimdi buna sebep, neydi beklentileri?

"Sarışın, esmer fark etmez" nakaratıyla avaz avaz çemkirmeler, umulan ahlak mıydı?

Kürt çocukların yüksek sesle "ne mutlu" dedikten sonra, yutkunarak, çoğu zaman yaşlı gözlerle sayıklayıp "Türk'üm" demesi miydi bunca çileye sebep?

Tek şey kalmıştı hayatımın karanlığında beni hayata bağlayan. Sevgilimin varlığı... Bir insanın varlığından hayata umut edinmek; kayıtsız bağlılığımın, koşulsuz güvenimin ve sınırsız sevgimin mükafatıydı belki de!

Sevdam; yaşanılası iklimlerin güneşiydi benim için, karanlığıma ışık tutuyordu varlığıyla.

Bir an saate takıldı gözüm, gitme vakti gelmişti. Gri duvarlarla çevrili cehenneme dönüş vaktiydi.

Yediği dayaktan gocunmayan, attığı dayaktan utanmayan sefil kalabalığa karışmanın zamanıydı. Yine aynı hüzün deryasına doğru yol alacaktım.

Takatsiz bir halde ağır ağır ilerlemeye başladım. İlerledikçe kasvetin ağır hali üzerime çöküyordu. Her an'ım çile, her adımım isyandı artık.

Yere dökülen umutlarımı eze eze ilerliyordum.

Zihnimden bedenime inen ara yollarda buz gibi bir hava esiyordu. Arkamda bıraktıklarımın yasını tutarcasına soğuk ve keskindi bakışlarım.

Uzun, ışıksız, soğuk gecelerime ramak kalmıştı. Yüreğimin buğulanmasına engel olamıyordum. Yutkunurken genzimi yakan acı kurşun gibi yankılanıyordu bedenimde.

Zihnim savaş alanı gibi, bir damla sessizlikten eser yoktu. Feryatları fark edip koşarken yardıma, ben vuruluyorum acınası insan kalabalığında.

Gözlerim açık izliyorum ölümümü. Yüzükoyun yere seriliyorum. Kanayan yaralarıma aldırmaksızın toprağı avuçluyorum. Zayıf bir hamleyle kalkmak istediysem de tutunamayıp yere yığıldım.

Tırnaklarımdan damlayan kanın toprağı kızıla boyamasını belirli belirsiz bir tedirginlikle izledim. Özlemlerimi sayıklıyorum harf harf.


Limandan süzülen bir martının bayat bir simidi avuçlarken ki neşesini fark ediyorum tamamlayamadığım yarım yamalak cümlelerimde.

Bir umut kurtulabilirim diyorum kendi kendime, kurtulup kavuşabilirim belki yarınlarıma.

Bir umut...