Bu pazar Fransa'nın başka bir bölgesinde güne 'merhaba' dedim.

Geçen hafta Pay Basque'da yazmıştım yazımı. Oraya dair yazmaya ileride devam edeceğim. Pay Basque'de yaşamak aslında birçok yönü ile Türkiye'de yaşayan bir Kürdün haline benziyor. Ancak Bask halkının dili, kültürü, sosyal ve siyasi hayatı üzerinde Türkiye'de devletin Kürtler üzerindeki baskısı gibi bir durum yok. Burada bölgeler adeta kültürel bir özerklik durumu yaşıyorlar.

Midi-Pyrenees bölgesinin Aquantine bölgesi ile çakışan bölgesinde yaşayan ailemleyim bu hafta. Gerard ve Babet, “Jan yarın Chapelle Rousse"a gidiyoruz dediğinde kafamda çok bir şey canlandıramamıştım. Geçen yıl bu zamanlar birlikte birçok festivale gitmiştik, öyle bir şey olabileceğini düşündüm. Gerard öğle gibi Eliza ile beni kaldığım evden almaya geldiklerinde bu durumun biraz farklı olduğunu giyimlerinden anladım. Bugün bir çalışma günü değil, bir yere çalışmaya değil eğlenmeye gidiyoruz. Babet de bize katılınca çekirdek aile yola çıktık.

Tepelerin üzerinde tarlaların arasındaki yollardan yirmi beş dakika kadar bir yolculuktan sonra varacağımız yere geldik. Bizden önce gelenlerin araçlarını bir tepenin üzerinde görünce birilerinin pazara daha erken girdiğini görmüş oldum. Aracı görevlilerin yardımı ile bir yere park ettikten sonra toplanma yerine doğru geldik. Bir tepe üzerinde küçük bir kilise, bitişiğinde bir mezarlık ve bu küçük kiliseye yapışık büyükçe iki yapı.

Durumu görünce anlamaya başlıyorum. Bu bölge üzüm bağları ve şarap üretimi ile bilinen bir bölge. Geçen hafta kaldığım Bask Ülkesi'nde yoğun olarak hayvancılık ve tarım vardı, büyük endüstriyel üretimi kırsal bölgelere çok sokmamışlar. Ancak bu bölge öyle değil, büyük çiftlikler, daha geniş tarım alanları ve alabildiğine giden üzüm bağları. Bu bölgenin en ünlü şarap markası ismini bu kasabadan alan JURANCON firması. Çok fazla üzüm bağlarında bir plaket üzerinde “bu bağlar Juracon için üzüm üretir” yazısı görmek mümkün bu bölgede. Ancak bu büyük marka dışında irili ufaklı onlarca ailenin kendi şarap markaları var, şu an yaşadığım evin yürüme mesafesinde en az on kadar böyle şarap marka ve bağları, üretim tesisleri var.

Alana vardığımızda bütün hazırlıklar tamamdı. İnsanlar jambon ve peynirler ile dolu tabakları ve şişe şişe şarapları alarak sohbetlere başlamışlar. Bizler de kendimize bir yer belirledikten sonra Gerard gelenek olduğu hali ile önce gidip her birimize üzerinde JURANCON yazan birer kadeh aldı, bu kadehleri gün boyunca elimizden eksik etmeyeceğiz. Sonrasında biri sek -Gerard sek içmeyi tercih eder-, ben ve Babet de Rouse severiz. Eliza da bizden yana tercihini kullandı. Ve kasabalı komşularımız ile sohbetler...

Bir pazar günü, kasabanın yüksekçe bir tepesi üzerinde küçük bir kilisenin ve onun yanındaki mezarlığın bitişiğinde binlerce kasabalı onlarca peynir, jambon, kavurma çeşitleri arasında seçimler yaparak kendisi için tabaklar yapıp şarapları ile sıcak sohbetlere dalıyorlar.

Az ileride müzik sesi duyunca o tarafa geçiyorum ben, yöresel bir müzik grubu, çaldıkları aletler ve repertuvarları da öyle. Fransızca’dan ziyade yöresel dilden parçalar: Biraz sonra kadınlar, gençler, çocuklar, yaşlılar bir çember dönmeye başladılar: Şarap, peynir, müzik, dans... Bir an düşünüyorum, Türkiye’de bir kasaba, bir pazar öğle vakti, bir cami, yanında mezarlık, bütün kasabalı toplanmış çocukları ve aileleri ile kendi ev yapımı sızma rakıları, şaraplarıyla eğleniyor...

Evet işte rahat durmuyorum, düşüncede iken bile birileri "ey ahali duyduk duymadık demeyin, bir grup ne olduğu belirsiz zındık cami bahçesinde içki içiyor"… OF BE!

Çok mu uzak 'orası' ile 'burası'!

Ne burası "cennet" ne de orası "cehennem" ama öyle bir uzaklık var ki!

Yolun burasında durayım bari.

İYİ PAZARLAR!