Fotoğraflar tarihin tanığıdırlar. Geçip giden yıllarda yaşananları anlatırlar bize.
Fotoğraflar aynı zamanda bir şehrin belleğidirler. Bu bellek Ara Gürel’in İstanbul fotoğraflarında bize unutulup gidenleri hatırlatırlar. Hatta bazen şehrin yaşam damarlarına vurulan hançerleri sererler görmek isteyenlerin gözlerinin önüne.
Fotoğraftan farklı özelliklere sahip olsalar da çoğu zaman resimlerde öyledir. Tarihe tanıklık ederler.
Picasso’nun Guernica tablosunu bilmeyen yoktur. Resim 1936 – 38 İspanya iç savaşında Franco’nun bir kasabada işlediği insanlık suçunun en önemli tanığı olmuştur. Bu suçun unutulup gitmesine izin vermez.
Yassımı Tutacaksın romanını okuyanlar vardır. Matador El Cordebes’in ablasına “Ağlama Angelita; bu akşam ya sana bir ev alacağım, ya da yassımı tutacaksın” dediği roman. Romanda El Cordebes’in hayatı ile birlikte arka planda İspanya iç savaşında yaşanan yıkımlar, acılar anlatılır.
Yassımı Tutacaksın romanının Payel Yayınları tarafından yapılan ilk basımlarındaki kapakta, Goya’nın kendisinden sonra gelen başka ressamlara da ilham kaynağı olan resmi vardır. Resimde 1808 Madrid’i işgal eden Napolyon’un Fransız ordusuna karşı İspanyol direnişçilerin verdikleri mücadele anlatılır.
Yassımı Tutacaksın romanını okurken ilk dikkatimi çeken kapaktaki resim olmuştu. O yıllarda bilgisayar, internet yoktu. Bu nedenle arama motorlarından bir tıkla Goya’nın yaptığı resimler hakkında bilgiye ulaşma imkanımız yoktu. Hemen olmasa da, birkaç yıl sonra, tam hatırlayamıyordum ama ya bir kitaptan ya da ansiklopediden Goya’nın resimde anlattığı temayı öğrenmekle kalmamış, Napolyon’un Madrid işgali ve bu işgale karşı verilen direnişi de öğrenmiştim.
Albrecht Dürer’in Melankoli gravürü de öyle.
Sebor Teber’in kişiliğin gizemini anlamaya – anlatmaya çalışan psikoloji kitabı Melankoli’nin en önemli kaynaklarından biri Albert Dürer’in Melankoli gravürüdür. Bir resmin psikolojik bir durumun tahlilinde önemli roller üstlenmesi önemsiz, üzerinden atlanması gereken bir durum değildir.
İbrahim Balaban’ın ya da Abidin Dino’nun resimlerinde de farklı bir gerçeklik, bizi içine çeken farklı bir hikaye vardır.
Fakir Baykurt, İbrahim Balaban için “Köy insanını, köy tabiatını, sadece resim olsun diye nakışlamıyor. Bir öfkeyi, bir hıncı ortaya döküyor” demişti. İbrahim Balaban’ın resimlerinin bir hikayesi vardır. Çoğu zaman köyde yoksulluklarla geçmiş kendi yaşamı vardır yaptığı resimlerde. Yoksulluğa, ezilmişliğe karşı hıncı, öfkesi buradan geliyor olmalı.
Nazım Hikmet, Abidin Dino’yu en iyi tanıyan kişilerden biridir. Bu nedenle ona mutluluğun resmini yapabilir misin diye sormuştur. Düşlerinde, inançlarında özgürlük olmayan birinin bu resmi yapamayacağını Nazım Hikmet bilir.
Resim de öğreticidir, tarihin tanığıdır demiştik. Bunu ortaya koymak için yüzlerce örnek verilebilir.
Hareketli görüntüler ne bir fotoğraf ne de resim kadar etkili değillerdir. Hareketli görüntü bir bakıma kurgusaldır. Bu nedenle çoğu zaman gerçeği ya da anı yansıtmazlar. “Oysa fotoğraf, enformasyonla dolup taşan bir çağda, bir şeyi hızlı kavramanın hızlı yolunu ve onu hatırda tutmanın yoğunlaşmış bir formunu sağlar bize. Bu haliyle fotoğraf bir alıntıya, veya bir veciz söze, veya bir özdeyişe benzer. Hepimizin kendi zihnimizde, anında hatırlamaya hazır yüzlerce fotoğraf biriktiririz.”(1)
Resim de bir bakıma kurgusal bir çalışmadır ama hareketli görüntülerden, filmlerden ayrılırlar.
Açlığı, yoksulluğu, bombalarla harabeye dönmüş kentleri, işgallerin ortaya çıkarttığı katliam ve yıkımları resmedebilirsin, ama bazı propaganda filmleri ya da haber programlarında olduğu gibi bu yıkımları gerçekleştirenlerin haklı gösterecek bir resim yapmak mümkün değildir.
Aslında bu sanatın hiçbir alanında mümkün değildir. Bunu yapmaya çalışan ressamlar, fotoğrafçılar ya da edebiyatçıların yaptıkları çalışmalarda zulüm yapanı ya da işgalciyi haklı çıkartmaya çalışan bazı ürünler ortaya koysalar da, bunların hiçbir sanatsal değeri yoktur. Sadece bir an için muktedirlerin isteklerine hizmet etmiş olurlar, sonra unutulup giderler. Yine bu nedenle Tayyip Erdoğan gibi bir sanatçı profili çizenlerin safında bir Nazım Hikmet, bir Ruhi Su, bir Yılmaz Güney Ya da Bertolt Brecht çıkmaz.
Sanatsal değeri olan filmleri ya da belgeselleri bir kenara bırakırsak, özellikle egemenlerin çıkarlarına hizmet eden hareketli görüntülerin ya da propaganda filmlerinin hiç mi önemi yok diye sorulabilir.
Nazi Almanya’sında çekilen propaganda filmleri sadece Almanya’da değil, işgal edilen bütün ülkelerde gösterilerek faşizme kitle tabanı yaratılmaya çalışılmıştı. Bu filmlerin önemli bir kitleyi faşizm taraftarı yaptığını kabul etmek gerekiyor. Bu sebepten Propaganda Bakanı Goebbels bu filmlere önem vermiş, yalanlar üzerine kurduğu propaganda işinde yaptırdığı filimler en önemli araç olmuştu. Bu filmlerin Nazi Almanya’sı için önemine rağmen faşizm Nazi Almanya’sının propaganda bakanlığı tarafından yapılan propaganda filmleriyle değil, Nazi toplama kamplarında ya da bombalanarak yerle bir edilen kentlerde çekilen fotoğraflarla insanların düşüncelerinin içinde yer etti.
Amerika’nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombaları ya da Vietnam işgali için de benzeri sözleri söylemek mümkün. Amerika’nın bütün iletişim ve propaganda olanaklarına rağmen gerek Hiroşima ve Nagazaki’de, gerekse de Vietnam’da yaşanan katliamlarda, atılan atom bombası veya napalm gazlarından ölen insanları resmeden fotoğraflar yaşanan vahşetin acılarını ve yaralarını günümüze kadar ulaştırdı.
Gelişen teknolojinin de etkisiyle işgalci orduların önceden hazırladıkları, işgali haklı göstermeyi amaçlayan, kurgusal ve gerçekle ilgisi olmayan haber programları ya da videolar 1991 yılındaki l. Körfez savaşından sonra daha çok arttı. Eski Yugoslavya’nın bölünmesi yıllarında, ama özelliklerde Arap Baharı denilen süreçte Kuzey Afrika ülkeleri ve Suriye’de yaşananlara baktığımızda kara propaganda için yapılan haber programlarının ortaya çıkardığı sonuçları milyona yakın insanın ölümü ve milyonlarca insanın göç yollarına düşerek mülteci haline gelmelerine bakarak görmek mümkün.
İşgalci güçler tarafından oluşturulan stratejilere, kara propagandaya, besleyip büyüttükleri cihatçı çetelere yaptırdıkları katliamlara rağmen yaşanan işgalleri meşru göstermeyi başardıklarını söylemek mümkün değil; çünkü hangi propaganda araçlarını kullanırlarsa kullansınlar gerçekçi değillerdi. İşgallerde yaşanan katliamları, yağmaları, harabe haline getirilen kentleri gösteren bir fotoğraf karesi emperyalist devletlerin iletişim teknolojisinin yalan haberlerini yerle bir edebiliyor.
Aynı durum Türkiye için de geçerli. Gezi direnişi bu konuya verilecek örneklerle doludur.
Gezide devletin elinin altında tutuğu medya organları aracılığı ile, istihbarat organlarıyla, trolleriyle yaptığı yalan bombardımanını herkes hatırlıyordur. Bezm-i Alem Valide Sultan Camisi’nde bira içtiler yalanıyla, Kabataş yalanı olmak üzere yüzlerce yalanı, direniş anında çekilen Kırmızılı Kadın fotoğrafı, atılan gazlardan dolayı Taksimin gaz bulutuyla kaplandığını gösteren fotoğraf, ya da bir duvarın arkasına dizilen Marjinal Beşli fotoğrafı kadar hafızalarımızda yer etmedi. Bu fotoğrafların etki gücü kurgu olmamalarından (yalan da bir kurgudur) ve anı yansıtmalarından geliyordu.
Fotoğraf üzerine söylediğimiz bu kadar sözün üzerine konuyu bir fotoğraf karesi ile bağlayalım.
Bu konu için birçok fotoğraf örnek verilebilir, ama içinde bulunduğumuz ay nedeniyle şubat ayında çekilmiş bir fotoğrafı seçmek daha doğru olacaktır.
Fotoğrafı Politzer ödüllü fotoğraf sanatçısı Eddie Adams Şubat 1968’de çekmiş. Güney Vietnam polis teşkilatının şefi Tuğgeneral Nguyen Ngoc Loan’ın, elleri arkadan bağlı bir Vietkong’luyu Saygon’da bir sokağın ortasında, etrafa toplanmış gazetecilerin gözü önünde vurduğu anın fotoğrafı. Fotoğraf merminin Vietkong’lu gencin başına isabet etse de henüz yere düşmediği anı bize gösterir.
Polis şefi, Vietkong’lu genci elleri bağlı olmasına rağmen, o kadar gazeteci önünde tereddüt etmeden, soğukkanlı bir şekilde kafasına ateş edip öldürürken neleri hesapladığının ya da gazetecilerin gözleri önünde bunu isteyerek mi yaptığının bugün için çok fazla önemi yok. Bugün için bu fotoğrafın önemi, işgalcilerin ve işbirlikçilerinin kendi çıkarları için işlemeyecekleri suçun olmadığını bize anlatmasıdır.
Bazı fotoğraflar vardır ki, biz bir çaba göstermesek de o içinde saklı tuttuğu hikayeyi, bu hikayenin içinde yaşanan acıları, katliamları görmek isteyenlerin önüne sermekten geri durmazlar. Sorun fotoğrafların anlattığı hikayeleri görmek isteyip istememekte yatıyor olmalı.
Eddie Adams’ın fotoğrafına iyi baktığımızda görülecektir ki, hiçbir kurgu bu fotoğraf kadar Vietnam’daki Amerikan işgalinde yaşananları bize yansıtamaz. Fotoğrafın gücü ya da sanatsal değeri buradan geliyor olmalı.
Vietnam’da yaşanan işgalin sonuçlarını bugünlere taşıyan daha birçok fotoğraf vardır. Amerika’nın Vietnam’da işlediği suçları gösteren fotoğraflar. Bu fotoğrafların gücünden olsa gerek muazzam iletişim olanaklarıyla işgali meşru göstermeye çalıştıkları bütün çabaları boşa gitmiş, yaşanan direnişin de etkisiyle işgalciler çekip gitmek zorunda kalmışlardı.
_____________________
(1) Susan Sontak, Başkalarının Acısına Bakmak, sayfa 21