Şubata ayının 9 – 11. günleri Hızır oruçlarının tutulduğu günlerdir.

Bu yazıdaki amacım bu günlerin Aleviler için öneminden ya da bu günlerde yaşatılmaya çalışılan Alevi ritüellerinden söz etmek değil. Bunları Aleviler biliyor, yaşıyor, yaşatıyorlar. Bu yazıda Hızır Oruçları’nın, Nuh Tufanı efsanesinde gemiden karaya çıkıldıktan sonra yaşananlarla benzerliklerini anlatmaya çalışacağım.

Benzeri anlatımlara ya da kutlamalara birçok halkın inanç sisteminde karşılaştığımızı söylemek gerekiyor. Bu nedenle bazı örneklerle bu benzerliklerden de söz etmek istiyorum.

Şubat ayının ortalarında tutulan üç günlük Hızır Orucu’nun son günü perşembe gününe denk getirilir. Bu nedenle belli bir tarihi yoktur. Daha eskiden Alevilerin yaşadıkları bölgelerde farklı tarihlerde kutlanırdı. Bunun nedeni Hızır’ın her aşirete uğramasının istenmesiydi.

Hızır oruçlarında tıpkı Hıdrellez’de olduğu gibi dilekler tutulur, orucun son gününde kurbanlar kesilir, kömbeler yapılır, akşam cem töreninde kurban ve kömbeler lokmalar halinde dağıtılırdı. Yine Hızır oruçlarındaki Hızır’ın Hıdırellez’de de karşımıza çıktığını söylemek gerekiyor. Ab-ı Hayat Suyu’nun yerini bilen tek kişi olarak her yılın beş mayısını altı mayısa bağlayan gece İlyas Peygamber’le buluşur.

Hızır orucunda yaşanan ritüeller daha çok paylaşım ve dayanışmayı ifade eder. Yaptığı bir kömbe katığını komşusuyla paylaşmanın, kurban kesip dağıtmanın ya da yoksula yardım etmenin başka bir açıklaması yoktur.

Kentleşme ile birlikte Hızır oruçları genellikle şubat ayının ikinci haftasında Salı, Çarşamba, Perşembeye denk gelen günlerde tutulmaya başlandı. Diğer ritüeller şimdi de benzeri bir şekilde yapılır.

Hızır Oruçları’nın tutulma nedenleri de farklı farklı anlatılır. Farklı inançlara bağlayanlar vardır. Bunlardan biri de Nuh Peygamber’le ilgili olanıdır.

Rivayete göre Nuh Peygamber’in gemisi denizde fırtınaya yakalanır. Gemidekiler üç gün fırtınayla mücadele ederler. Üç günün sonunda fırtınayla başa çıkamayacaklarını anladıklarında dua edip: “Hızır yetiş” ya da “Hızır bizi fırtınadan kurtar” derler. Yapılan duaların ardından fırtına diner. Bunun üzerine üç gün Hızır Orucu tutulmaya başlanır.

Benzeri bir hikaye Tevrat’ta da var. Tevrat’ta ki hikayede Rab’ın insanlara çok kızarak yok etmek istediğini görüyoruz. Nuh, Tanrı’yı tanıyan biridir. Tanrı, Nuh’a Rab’ın bir tufanla insanları yok etmek istediğini, bir gemi yaparak insanları kurtarmasını söyleyip, yapılmasını istediği geminin tarifini verir. Nuh söylenenleri yerine getirerek gemiyi yapmaya başlar. Nuh canlıları gemiye yerleştirdiğinde tufan başlar. Tevrat’taki tufan kırk gün sürer. Yeryüzünde canlı kalmaz. Suların yeryüzünden çekilmesi yüz elli gün sürer. Gemi tufanın başlamasından sonraki yedinci ayda Ararat Dağı’na oturur. Nuh geminin içindekilerle birlikte Ararat Dağı’nda kırk gün bekler. Sonra suların tamamen çekilip çekilmediğini anlamak için dışarıya bir kuzgun salar. Kuzgunun geri geldiğini gördüğünde bu kez bir güvercin salar. Güvercin de geri geldiğinde bu kez başka bir güvercin salar. Üçüncü defa dışarıya salınan güvercin geri dönmediğinde gemiden dışarı çıkarlar. Tevrat’taki hikayede de gemiden dışarı çıkıldığında kurbanlar kesilip kazanlar kurulur. Rab kazanlarda pişen yemeklerin kokusunu duyduğunda o günden sonra tufan yapmamaya karar verir.

Nuh Tufanı’ndaki tufan hikayesinin bir benzeriyle Gılgamış Destanı’nda da karşılaşıyoruz. Destanda tanrılar sürekli çoğalan ve gürültü yaparak uyumalarını engelleyen insanları bir tufanla yok etmeye çalışırlar. Bilgelik Tanrısı Enki yarattıkları insanların ortadan kaldırılmasına üzülerek Utnapiştim’e seslenip, tanrıların insanları bir tufanla yok etmeye karar verdiklerini, bu nedenle bir gemi yaparak insanları kurtarmasını ister. Utnapiştim, Enki’nin verdiği tarife uygun bir gemi yaparak içine ailesini, akrabalarını, sanatçıları, evcil ve yabani hayvanları bindirir. Geminin kapısı kapandığında şiddetli bir fırtına başlar. Kıyamet altı gün sürer. Yedinci günde gemi Nasir Dağı’na oturur. Yedi gün orada bekleyen Utnapiştim dışarıya bir güvercin salar. Güvercin bir türlü konacak yer bulamaz. Daha sonra salınan kırlangıçta konacak bir yer bulamaz. Son olarak uçurulan kuzgun geri dönmediğinde dışarı çıkarlar. Dağın tepesinde kurbanlar keserler. Topladıkları odunları kurdukları ocaklarda yakıp, yanan ateşin üzerine koydukları kazanlarda kurban etlerini pişirirler. Yemek kokularını duyan tanrılar insanların ölmediklerini öğrenip, insanları kimin kurtardığını sorarak kızmaya başlarlar. Bilgelik Tanrısı verilen cezanın ağır olduğunu söyleyip tanrıları yatıştırır. Böylece Utnapiştim ve karısı ölümsüz bir yaşam ile nehrin kenarındaki bahçeye tanrılar tarafından yerleştirilir.

Eski toplumlarda insanla doğa olaylarına karşı benzer tepkiler verdikleri için, inanç sistemlerinde ortak olan davranış biçimleriyle sık sık karşılaşmak şaşırtıcı olmamalı.

Türkiye’nin sayılı Sümeroglarından Veysel Donbaz da Gazete Duvar’da Nuray Pehlivan’la yaptığı söyleşide bu benzerliklere dikkat çekiyor. Veysel Dönmez Sümerlerdeki Nuh’un Gemisi hikayesini şöyle anlatıyor:

“Benzerlikler tabi ki var. Gılgamış Destanı’nın 11. Tabletinde geçen tufan hikayesi, Kuran’da, İncil’de de geçiyor. Biz buna Nuh demişiz, onlar başka bir şey demişler. Destanda Nuh’tan, gemiden bahsediliyor, sandık şeklinde olsun deniyor. Orada 7 gün sürüyor, Kuran’da 40 gün sürer. Yola gelmeyenlerin Nuh tufanıyla mahvedildiğine dair bir cümle geçiyor Kuran’da. Bu Gılgamış’ta çok daha geniş anlatılır. Gılgamış destanına göre rüzgar tanrısı var, yağmur çıkıyor ortaya, dağlar kadar su birikiyor; 7 gün, 7 gece insanlar çamurlara batıyor. Gemi yüzüyor, Nasir Dağı’nın tepesine, Ağrı Dağı diye geçer, oraya düşüyor. Destan da olsa, ‘bu nasıl olur’ sorusu geliyor ister istemez akla.”(1)

Babil efsanelerinde de tufan hikayeleri ile karşılaşıyoruz.

Nuh Peygamber’in Tufan hikayesi ile Ermeni ve Hemşinlilerin her yılın ağustos ayında kutladıkları Vartavar ya da Vartevor bayramlarında da karşılaşıyoruz.

Vartavar Ermenilerin binlerce yıldır kutladıkları en eski bayramlardan biridir. Vartavar Bayramı’nda her yer, özellikle de ibadethaneler çeşitli renkten çiçekler ve güllerle süslenir. “Vart” kelimesi Ermenicede gül anlamına gelir. Bu nedenle ağustos ayında kutlanan bu bayrama Vartavar Bayramı denilmiştir.

Ermeniler Nuh Peygamber’in ailesiyle, gemisine aldığı hayvanları tufandan kurtardığına inanarak, tanrıya şükranlarını sunmak için kurbanlar kesip, güvercinler uçurduğu günün yıldönümlerinde Vartavar Bayramı’nı kutlarlar. Bu nedenle tufandaki yağmuru anımsatmak için birbirlerinin üzerine su atarlar.

Vartavar Ermenilerin Hristiyanlığı kabul etmeden önce kutlamaya başladıkları bir bayramdır. Hristiyanlığı kabul ettikten sonra bu bayramı kutlamaya devam etmişlerdir. Pagan dönemi Ermenilerin yılbaşısı her yılın ağustos ayına denk gelir. Bu nedenle her yılın ağustos ayında şükran duasına çıkarlar.

Ermenilerin Vartavar Bayramı Hemşinlilerde Vartevor Bayramı’na dönüşmüştür. Hemşinlilerde de Vartevor bereketi temsil eden bir bayramdır. Ermenilerde olduğu gibi sulu şakalar olmaz. O gün en güzel elbiseler giyilir, hava güneşliyse renkli şemsiyeler açılır. Yaylaya giden yolda ortak bir noktada buluşulur. Yol boyunca tulum eşliğinde horonlar çekilir, türküler söylenir.

Karadenizliler Rize’nin Çamlıhemşin ilçesindeki Samistal Yaylası’ndaki Vartevor şenliklerini iyi bilirler.

Hızır oruçlarında gerçekleşen ritüellerin benzerlerini Dersim Alevilerinin kutladıkları Gagan Şenlikleri’nde görmek mümkün. Gagan Aralık 20 ile Ocak 20 tarihleri arasında bir ay kutlanan bir törendir.

Gagan ayına gelmeden önce evler temizlenir, hediyelik eşyalar hazırlanır. Gagan ayında Hızır oruçlarında olduğu gibi üç gün oruç tutulur. Aralık ayının son günlerinde çeşmeden ya da yakınlardaki bir akarsudan bir tas su alınıp eve getirilerek evin etrafına ve hayvanların konulduğu ahırın etrafına ellerle serpilir. Bu bolluk ve bereketin olması, evin kem gözlerden korunması için yapılan bir ritüeldir.

Gagan ayında o yıl hasadı iyi olmayan ailelere yardım yapılır. Bu nedenle çalgılarla, bir bayram havasında evlerden erzaklar toplanır. Ayrıca komşulara lokma dağıtma olayı vardır. Gagan günlerinde dağıtılan yiyeceklerden biri hediktir. Hedik Dersim’de rızkın sembolü olarak kabul edilir. Hayvanlar da birer canlı oldukları için, pişirilen hedikler hayvanlara da verilir. Bu aynı zamanda hayvanların çoğalarak verimliliğin artmasını istemek anlamına gelir. Gagan ayında küskün olanlar barıştırılır. Çocuklarsa erkenden kalkıp güzel elbiseler giyerek evleri dolaşıp hediyeler toplarlar. Türküler eşliğinde evlerin kapılarını çalan çocuklara ceviz, badem, kuru üzüm gibi hediyeler verilir.

________________

[1] Nuray Pehlivan, Gazete Duvar, Benim bu hale gelmeme tek bir cümle sebep olmuştur, 28. 10. 2017