O gün başka başka kentlerde olup da, “ne oluyor orada?” dediklerinde; “çıkıp gelin, içinde olmazsanız on yıl bizi dinleyeceksiniz” demiştim. Öyle oldu, 27 Mayıs tarihinde iş makinelerinin Gezi parkına girmesi üzerine sosyal medya üzerinden hızlı bir paylaşım/dolaşımdan sonra bir grup insanın oraya koşması, nedenlerini iş makinelerine siper etmeleri ile başladı. Duyduğumda ben de koştum oraya, her birimizde AKP/devletin keyfi, buyurgan, ırıkçı, militer uygulamalarına bir öfke birikmişti. Oraya vardığımda iş makineleri ısrarla ağaçları söküyor ve bir grup insan da buna engel olmak için elinden ne geliyorsa onu yapıyor. Tam o arada Sırrı Süreyya Önder geldi ve iş makinesinin havaya kalkmış ağzının önüne durdu ve yapılan işin hukuksuz, gayri insani bir şey olduğunu anlatmaya başladı.

Bir grup insan geceli gündüzlü o iş makinelerinin önünde polislerin korkunç saldırılarına rağmen direnişi başlattı. 27 Mayıs’ta başlayan direnişin en önemli anlarından biri 31 Mayıs gecesi oldu. Yıllardır sokaklarda, eylemlerde, protestolarda olan biriyim. İstanbul’da içinde olduğum en büyük kitlesel eylemler devletin Newroz’u yasaklamalarında oluyordu. Yıllarca her Newroz günü saatlerce Topkapı’dan Aksaray’a, oradan Taksim, Tarlabaşına kadar devam ederdi bu çatışmaları günler. Sonra 1 Mayıs yasaklarına karşı yaşadık, günün sonuna kadar devam ederdi çatışmalar. Ve gece olduğunda bizler çekip evlerimize giderdik. Ancak 31 Mayıs gecesi bambaşka bir şey oldu.

İstiklal caddesi ve de hemen hemen bütün ara sokakları kalabalıklar ile doluydu. Gündüz parka polisin o korkunç müdahalesi ile parkı boşaltmak zorunda kalmıştık, attıkları gazdan nefes almak mümkün değildi, nefes aldığında daha bir yanmaya başlıyor boğazın ve de gözlerin, gözlerimizi açamıyoruz, büyük bir kalabalık da vardı, polisin saldırısı ile yaşanan panik hali ile parka sığmaz olduk. Bir birimize tutunarak yol almaya çalışıyoruz, duvara dayalı ahşap bir merdiven çöküyor ve altında kalan insanların halleri perişan, korkmaya başlıyorum, gazdan belki değil ama bu izdihamdan ölmek de var. O an o kalabalığın hepsi ile aynı şeyleri düşündüğümüzü biliyorum. Âdete yapışmış bir beden gibi parktan çıkmaya çalışıyoruz. Kendimizi parkın dışına attığımızda nefes almamız gene mümkün olmadı, taksim meydan adeta bir sis bulutu içinde.

Kalabalıklar ile birlikte İstiklal Caddesinin ara sokaklarına kendimizi attık, bütün gün ara sokaklarda bu durumlar devam etti. Günün kararması ile birlikte kitle istiklalin ara sokaklarından taksim meydanına doğru yığılmaya başladı. Fransız konsolosluğun önünde Toma’lar Meydanı çıkışı tutmuşlardı, onun için ancak oraya yakın bir yere kadar gidebiliyorduk. İçinde bulunduğum kalabalık ise Mis Sokaktaydı.  Zaman zaman kalabalığın ucu içinde bulunduğumuz Mis Sokaktan biraz ileri gidiyor, sonra Toma’lardan sıkılan gaz ve de sudan doğru kitle biraz geri çekiliyor ama İstiklal Caddesini terk etmiyor. Kitle çok genç, İstiklal Caddesini adeta beden bedene kapatmışlar. Meydana doğru bir yığılma ara ara izdihamlara neden oluyor, ancak kitle kararlılığını aynen devam ettiriyor.

Gecenin biraz daha ilerleyen saatlerinde çatışma daha da boyutlanmaya başladı, polislerin zorlandıklarını görebiliyoruz. Kalabalık hiç sakınmadan devam ediyor, geri çekilmiyor, polislerden gelen gaz kapsüllerini onlara doğru fırlatıyorlar, aralarına düşen gaz kapsüllerini hemencecik oradan hal ediyorlar. Bu durum kitlede kendisine bir güveni de getirdi. Saatler oldu ve Tomalar’dan, akreplerden sıkılan sular, atılan gazlar, polislerin adeta nişan alarak attığı gaz fişeklerine rağmen kitle gittikçe daha da bir kararlı direniyor. Kitlenin istediği sabahın köründen atıldıkları parka geri girmek… Polisler ise her neye mal olursa buna engel olmaya çalışıyor.

Mis sokağına kadar zaman zaman ilerleyen polisin attığı gaz fişeklerinden kendimizi korumak için sırt çantalarımızı kullanıyoruz. Bununla birlikte yan yana durduğumuz insanın bedenine adeta sarılarak, birbirimizi gelen gaz fişeklerinden korumaya çalışıyoruz. Ben bir ara önlerde ne oluyor diye kitlenin içinde önlere doğru gelmeye çalıştım. Zor da olsa geldim. Gördüğüm şeyler adeta beni büyüledi. Polisler durmadan gaz fişekleri atıyor ama kitleye bir etkisi yok. Su sıkıyor kitleye bir etkisi yok. Sanırsın bütün kalabalık gaz ve de su saldırısı karşısında bir zırha bürünmüş sanki koruyucu bir şeyler var. Onu hemen anlıyorum; kitlede muazzam bir iş bölümü var. Önlerde duranların bir kısmının ellerinde eldivenler var, bir kısmının elinde kovalar, atılan gaz fişeklerini elleri ile toplayan/yakalayanlar hemen en yakınındaki su dolu kovaya atıyor, bir kısım ise aldığı gaz fişeğini polislere doğru atıyor.

Gaz ve de tazyikli suyun ilk kez bir eylemde işlevsiz kaldığına tanık oluyorum. Gaz bulutu içinde büyük kalabalıklar bir adım geri atmadan duruyor. Bunun nedeni ise öndekilerin polise karşı direnişte yüklendikleri iş bölümü biraz yürüttükten sonra yerini yeni gelenlere bırakmasıydı. Öndeki kitle kendi devingenliği içinde sürekli değişiyordu. Kalabalığın kendi içinde bir aklı oluşmuştu, kimse kimsenin kim olduğuna, nereden geldiğine, ne konuştuğuna, nasıl göründüğüne bakmadan önlerindeki engeli kaldırmak için beden bedene birlikte bir direniş içinde. Bir diğer durumda kitle için güzel olan, İstiklal Caddesinin içinde adeta bir rüzgâr esiyordu Taksim Meydanı’na doğru, böyle olunca polisler zaman zaman da bu rüzgarın etkisi ile attıkları gazların içinde kalıyorlardı.

Kalabalık kitle marşlar, sloganlar, zaman zaman da polislere ajite çalışmaları ile direnmeye devam ediyor. Ara sokaklarda da bu direniş ve de iş bölümü aynen devam ediyor. Maskeli iyi korunmuş kimi insanlar ellerinde sıvı solüsyon ile kalabalık içinde gazdan etkilenenlere ilk müdahaleyi yaparken, bazıları da ilk müdahalenin yetmediği eylemcileri ara sokaklardaki müdahale noktalarına çekiyorlardı. Gazdan, sıkılan sudan perişan bir halde ama gene de yorulmak, geri çekilmek bilmeyen bu kitle o gece çok başka bir şey yazdı. Devlet/AKP bütün yığınağına, gazına, boyalı, acı, kimyasal suyuna rağmen kitleyi geri püskürtemedi. Kitle 31 Mayıs gecesi direnişi ile kazandı.

31 Mayıs’da kazandığımızı sürekli kılamadık. Bir şeyleri eksik bıraktık. O kalabalıkların büyük bir kısmı da hızlı bir şekilde AKP/devletin yaptığı ciddi manipülasyon çalışmaları ile devletin ardında bir kez daha durdu. O devlet değişmedi, Gezi’de Ali İsmail’i,  Ahmet Atakan’ı, Berkin Elvan’ı öldüren devlet/AKP bugün Cizre’de, Nusaybin’de, Yüksekova’da katletmeye devam ediyor. Irkçı, militer, Faşist devlet ve AKP kendi özünden bir şey yitirmeden Gezi’den sonra daha da ceberut kesildi. Ancak o gün “Gezi’den Lice’ye Direniş” diyenlerin batı yakası çökmüş durumda. Bu durumda kazanan devlet, onun ırkçı militer polikaları ve de AKP oldu/oluyor.

31 Mayıs’ı yaşayanlar, ondan daha iyi öğrenebilirdik…