Lozan Antlaşmasının “Azınlıkların Korunması” başlığı altındaki Madde 42'si: "Türkiye Hükümeti söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dinsel kurumlara her türlü korunmayı sağlamayı yükümlenir. Aynı azınlıkların bugünkü durumda Türkiye’de mevcut olan vakıflarına dini ve hayrî kurumlarına her türlü kolaylık ve müsaade gösterilecek ve Türkiye hükümeti yeni din ve hayır kurumlarının kurulması için bu gibi özel kurumlara sağlanmış olan gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir.”

Konumuz, Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532-537 yıllarında yapılan kutsal ve heybetli Ayasofya (İlahi Bilgelik) Kilisesi… (Kilise demiş olmam suç unsuru sayılmaz umarım.) Sadece Ortodokslarınn değil, 1200’lü yıllarda İstanbul’u istila eden Katoliklerin de kısa süreliğine dini mabedi oldu. Hatta Rusların da 800’lü yıllarda Ortodoks kilisesine bağlanmalarıyla Ayasofya konusunda hassasiyetlerinin oluştuğu bilinmeli. Yani Hristiyanların önemli bir kesimi için bu mabedin anlamı çok büyük…

Kilisenin yapımında önemli bir mimari detay dikkat çekici. 5-6. yüzyıllarda 3 kez inşa edilen eserin yapımında Anadolu’nun birçok yerinden getirilen malzemelerin kullanılması, o dönemde bile coğrafyanın nimetlerinin farkında olunduğunun göstergesi…

Bu son eser, eşsizliğiyle beraber aslında Doğu Roma mimarisinin doruk noktası olarak kabul edilmekte.

Ayasofya camiye dönüştürülen ilk kilise değil elbette. Fakat bu kilise Türkiye'yi ziyarete gelen her insanın ziyaret ettiği bir mekandı. Bir yandan da ülkenin seküler yönünü yansıttığını söylemek kuşkusuz doğru olur. İstanbul Ayasofya’yı, yani Roma'yı da içinde barındıran ve bunun farkındalığını hak eden görkemli bir şehir…

Bunun farkında olan Atatürk, Hristiyan-Müslüman diyaloglarının zedelenmemesi için 1934 yılında değerli bir adım atmıştır. Kendisi bu yapının kutsal bir mabet olmanın ötesinde, yüce bir tarihi içinde saklamış olmasının bilincinde olarak yıllarca dünya insanlığına sunulmasını sağlamış. Böylelikle Müslümanların çoğunluk olduğu bir ülkede, yüzü dünyaya dönük medeni duruşunu hissettirmiştir.

Sayın Erdoğan’ın bir anda 2019 yılındaki sözlerini yok sayarak, “Ayasofya 2020 yılında cami olacak” açıklamasıyla iç politik daralmayı açma hamlesini gördük. Bu karar topluma da ülkeyi ileriye götürecek önemli hamleymiş gibi lanse edildi.

Sağ siyaset sıkıştığında gündemi değiştirme hamlesi hep olmuştur. Fakat sıkışmadan çok daha sıkıntılı bir halde olduğumuz alınan bu kararla görüldü...

Konu meclise geldiğinde, HDP temsilcileri dışında (bu da yeterli değildi) herkes cami olsun diye birbirleriyle yarıştı. Hatta CHP Atatürk'ün aldığı kararı yok sayacak kadar ileri gitti. MHP ise kendi siyasi ideolojisinin sınırlarını aşarak, her konuda olduğu gibi Ak Parti’nin koltuk değneği oldu.

Kararın kesinleşmesiyle ülkedeki seküler anlayışın nereye evrilmeye başladığının net bir fotoğrafını en yalın haliyle görmüş olduk.

Anadolu’da birçok kilisede biz, Hristiyanlar, para vererek dua edebiliriz. Ayakta kalan yerler rant merkezleri haline geldi. Dini mabetlerde duvardaki tarihi fresklerin üzerine düşmanca kazımaları görür ve kafamızı öne eğeriz. Tabii bu girilebilen kiliseler şanslı olanlardır. Bazı kiliselerin samanlığa ya da erotik film sinemasına çevrilmiş olduğunu da biliriz…

Bu ülkenin vatandaşı olan biz Hristiyanlar için sizin Ayasofya Kilisesini cami yapmanız hiç şaşırtıcı olmadı. Esas seküler ülkelerin Türkiye’ye olan bakışının ve itibarımızın ne denli zedelendiğine bakılmalı.

Alınan bu kararla, Filistin halkının ve Bulgaristan'da yaşayan İslami kesimin yaşadıkları sıkıntıları hükümet ağzıyla eleştirmenin inandırıcılığı da kalmadı.

Yunanistan'ın hemen özellikle Atatürk Evi diye bilinen yer için ''Soykırım Müzesi'' yapalım sözleri, komşu ülkelerin bakışının olumsuz bir yöne kayacağını gösteriyor…

İslam dininin hoşgörü (bu terimi de sevmem) dini olduğunu söyleyerek, hiç cami kalmamış gibi ara sıra kiliselerde sözde dinler arası dostluk adına etkinlikler yapılır. Bundan sonra diyalog nasıl kurulabilir ki?

Uzun lafın kısası, bu duruma itiraz etmeyen hiç kimse İslam hoşgörüsünden artık bahsetmemeli. Bu karar dünyada İslamafobinin artmasına sebep olacak. Ülkede de Hristiyanafobiyi körükleyecektir…

24 Temmuz tarihinde ilk namaz kılınacak. Lozan Anlaşmasının yıldönümünde... O gün namaza gidecekler için teolojik bir bilgi aktarayım. O mabet inşası yapıldıktan sonra Meron (Kutsal Yağ) ile kutsanarak mühürlenmiştir. Yani alınan dünyevi kararların o mühre etkisi yoktur…

Ayasofya adını taşıyan mühürlü bir yerde namaz kılmanızın, Kuran’a göre ne kadar doğru olacağını da artık siz okuyup araştırın…

Ayasofya ne cami ne de müzedir. Kilisedir. Tarihi silinemez ve her daim varlığını sürdürür... 6. yüzyıldan beri bu güzel şehre daha iyi bir yapı armağan edilmiş değil. Yapılmak istenen reel tarihi ve bu coğrafyada yaşayan farklı inanışları yok saymaktan ibaret.