Baharın lafı bile kanımı ısıtır, ama bu “Arap Baharı”na nedense bir türlü ısınamadım.
Demirperde yıkıldığında “Winds of Change” (Değişim Rüzgârları) şarkısıyla kutlamıştık çift kutuplu dünyanın çöküşünü...
O zaman da değişim coşkusu içinde Çavuşesku’nun vahşi infazı, “Eh o da hak etti” diye geçiştirilmişti.
Sonuç ortada:
İki kutuplu soğuk savaşın yerini etnik sıcak savaşlar aldı.
Sadece Yugoslavya 7 ayrı devlete bölündü.
Son Makedonya gezimizde bir kez daha gördük ki, dini gerginlik hâlâ sürüyor. Üsküp kalesi içindeki bir kilise restorasyonu, hemen kılıçların çekilmesine neden oluyor.
Ülkede maaşlar küçüldükçe haçlar büyüyor.
* * *
“Arap Baharı”nın ilk tozu kalktıktan sonra ortada devrik diktatörler, zafer sarhoşu muhalifler, yatırım şehvetiyle bölgeye koşan Batılı liderler gördük. Ama burada bitmeyeceği, iç çatışmaların tetikleneceği belli...
Bahara direnen liderlere, Kaddafi örneğiyle sopa gösteriliyor.
Sıra Suriye’de...
Esad’a göre “Batı destekli teröristler”, Batı’ya göre “Esad karşıtı rejim muhalifleri” ayakta...
Ve önceki gece Türk elçiliğine yaptıkları baskınla, iki komşuyu sıcak çatışmanın eşiğine getirdiler.
* * *
Türkiye, iki yıl önce vizeleri kaldırıp ortak Bakanlar Kurulu topladığı Şam rejimiyle bir anda düşman oldu. Ancak elçilik saldırısına gösterilen haklı tepkiyi savaş hali boyutuna taşımadan, bunun neyin savaşı olduğunu hatırlamakta yarar var.
Göstericiler Türk büyükelçiliğiyle birlikte Suudi elçiliğini de bastı. Çünkü Suriye’nin Arap Birliği’nden kovulmasında Suudlar başı çekti.
Aslında çoğu yerde “Arap baharı”nın rüzgârı Suudi çöllerinden üfleniyor. Yönetimlerin devrildiği çoğu ülkede, iktidarı devralmaya hazırlanan radikal İslamcıların ardında Suudi desteği bulunuyor.
Geçen ayki Foreign Affairs’de John R. Bradley, “Suudi Arabistan’ın Arap Baharındaki Görünmez Eli” başlıklı yazısında, Suudilerin Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de hızla yükselen İslamcıları finanse ettiğini hatırlatırken, Riyad’ın Tunus gibi “laik görünümlü” Suriye’den de kurtulup Esad sonrası, Sünniler öncülüğünde, kendisiyle uyumlu, İran karşıtı bir rejim öngördüğünü belirtiyor.
* * *
Bölgede, aslen İran’ı hedef alan, mezhebe dayalı bir bilek güreşi var.
Arap isyanını küçümseyecek değilim, ama amaç baskı rejimleriyle hesaplaşma olsa, önce astığı astık Suudi sarayının hedef alınması gerekmez miydi? Libya liderini diktatör sayan Batı, Suudi Kralı’nı ne sanıyor ki?
Mısır’daki Sünni isyancıları alkışlayanlar, Bahreyn’deki Şii çoğunluğun isyanını niye görmezden geldi?
Suudilerin Bahreyn’deki Sünni azınlık iktidarının imdadına koşup direnişi ezmesine neden göz yumuldu?
Bahreyn’deki isyanı tankla bastıran Suudi Arabistan’ın şimdi Şam’ı “Nasıl isyanı tankla bastırırsın” diye suçlaması inandırıcı mı?
Ankara’nın İran ve Suriye ile komşuyken, Irak’ın çekimser kaldığı bir kararda Suudlar yanında saf tutması akılcı mı?
* * *
1990’larda Berlin duvarının enkazından etnik çatışmaların çıktığını görenler, 2010’larda “Arap Baharı“na temkinli bakıyor.
Bahar sanılan şey, çetin bir kıştan önceki pastırma yazı olmasın?