"Meclis kapandı, ordu ellerinde, polis ellerinde, mahkemeler ellerinde... Bekleyeceğiz... Şiddeti artıracaklar, başka çareleri yok, şiddeti her seferinde biraz daha artıracaklar, sonunda kendi şiddetlerinin kurbanı olacaklar."        

Ahmet Altan'ın "Ölmek Kolaydır Sevmekten" isimli son romanında, İttihatçıların çılgınlıklarını, o çılgınlıkların yarattığı meyus/umutsuz ruh halini ifade etmek için kaleme aldığı cümleler bunlar.

Bugüne ne kadar çok benziyor değil mi? Yüz yıl evvel ki memleket fotoğrafı böyleydi. Bugünün ne bir eksiği ne bir fazlası. Yüz yıl evvel de İttihatçılar kendi ikballeri için memleketi  cehenneme çevirmişlerdi.                                          

Aynı çılgınlık, aynı takiyyecilik, aynı gözü karalık, aynı meyus ve biçare hisler bugün de var.

Tayyip Erdoğan'ın, kartal kanadı takmış hırsı, muhakeme yeteneğine galip gelen kibri ve bu kibrin yol açtığı tahribatlar, ülke için felakete sebepken, kaybetme korkusuyla bir de şiddeti teşvik eden söylemleri eklenince, İttihat Terakki devrine geri döndük.

***

Erdoğan, "Şimdi geliyorum çok enteresan, şurada bir grup, affedersiniz edebim müsaade etmiyor tabi de, sırtlarını dönerek işaret yapıyorlar. Ya sizde zerre kadar nezaket varsa, haysiyet varsa, yani zerre kadar kabiliyetiniz varsa siyasette yer parlamentodur. Orada konuşursunuz. Meydanlarda konuşursunuz. Kalkıp da bu tür tehditlerle bu tür affedersiniz ahlaki olmayan yöntemlerle bir yere varamazsınız." dedi.

Tayyip Erdoğan, bu sözleri Iğdır mitingi sırasında, sırtını dönerek kendisini protesto eden kadınlar için kullandı. Şiddeti daha da artırıp, kendi şiddetinin kurbanı olmak budur işte.

Biz sarih niyetimizle yüzünü dahi görmek istemiyoruzu anladık, peki siz ne anladınız?

"Sırtlarını dönmüşler, ne anlama geldiği belli, edebim müsaade etmez."

Doğrusu insan merak ediyor, acaba Tayyip Erdoğan'ın edebi müsaade etseydi daha neler söylerdi?

Bu haliyle bile tüyleri diken diken eden bir ayıp varken, edep sözü utanç vesilesi değil midir!

Otobüsten inseydi, peşlerine düşüp "kaçmayın ulan İsrail dölleri mi derdi, yoksa "Zerdüşt tohumları mı?"

Yoksa bir kadının sırt dönmesini cinsel fanteziye yoran absürtlük, yerini ağız dolusu küfürlere mi bırakacaktı?

***

Bunlar şer odağıdır, bunlar bölücüdür, diyerek seçim kampanyası boyunca HDP'yi hedef gösteren Erdoğan, güler misin ağlar mısın der gibi bu cümleleri sarf etmeyi de ihmal etmedi. "Siyasette yer parlamentodur. Orada konuşursunuz. Meydanlarda konuşursunuz."

Tam da bu noktada HDP'nin parti olarak seçimlere girme kararına karşı sergiledikleri düşmanca tutumu hatırlatmakta fayda görüyorum.

HDP de bunu söylüyor zaten!

Siyasetin yeri parlamentodur, orada konuşalım sorunlarımızı, dağ başını duman almasın, çocuklarımız ölmesin diyor.

Peki bunun karşılığında AKP ne diyor?

"HDP meclise girmese süper olur" diyor.

"HDP'nin barajı geçmesi felaket olur" diyor.

"HDP meclise girerse çözüm süreci biter" diyor.

Memleketin dört bir yanında HDP büroları yakılıyor, taşlanıyor, bombalanıyor, AKP derman niyetine laf etmiyor, önlemeye çalışmıyor.

Bir iktidar düşünün ki devletin bütün imkanlarını bir siyasi partiyi parlamentoya sokmamak için kullansın.

Havuz medyası iftira kampanyası yürütüyor, Tayyip Erdoğan, tehdit ediyor, dinden çıkarıyor, dinsiz ilan ediyor, Ahmet Davutoğlu,  Selahattin "Demirtaş'a hitaben; bundan sonra ona Selahattin demeyeceğim" diyor.

Dara düşünce seçim meydanlarına davet ettiklerini, bizzat seçim meydanlarında linç etmek de AKP'ye nasip oldu. Hani milli irade güzellemeleri, nerde halkın iradesine saygı!

"Evvelden devrimciydim, döne döne bu hale gelip AKP'li oldum diyen" Muhsin Kızılkaya mı Kürt kardeşiniz! Bu metafora uymayanlar düşman mı oluyor?

"Yaratılanı Yaradan'dan ötürü seven" düsturu ne yaptınız, el birliğiyle toprağa mı gömdünüz?

***

Şiddeti artıracaklar, başka çareleri yok, şiddeti her seferinde biraz daha artıracaklar, sonunda kendi şiddetlerinin kurbanı olacaklar.

Suç işlemenin suç olmaktan çıktığı, suçu ifşa etmenin vatan hainliği olduğu garip zamanlara vardık.

Yüz bin eri Sarıkamış'a ölüme gönderip, Florya sahilinde güneşlenen Enver Paşa aymazlığı, AKP iktidarının devri mülkü oldu.

7 Haziran seçimleri bu bakımdan hayati önem taşımaktadır. Şuurunu yitirmiş bir Enver Paşayla, hırsızlığın ve şiddetin taşıyıcısı olan İttihat Terakki'nin yolunda yürüyen AKP'yle mi yola devam edeceğiz, yoksa HDP'ye oy verip özgürlüğe mi yürüyeceğiz?