Önceki gün Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarının birinci yılı doldu, dün de arkadaşları ve meslektaşları olarak bir kez daha “Yansak da dokunacağız” pankartının arkasında Taksim’de toplanıp Galatasaray’a kadar yürüdük. Dünkü buluşmamıza, Ahmet ile Nedim’in Silivri Cezaevi’nde başka bir bloğa nakledildikleri haberi damga vurdu. Uzun bir süre iki arkadaşımızın ayrı koğuşlara konulmasından endişe ettik ama avukatlar araılığıyla yine birlikte kaldıklarını öğrenip sevindik. 12 Mart’ta yeniden duruşma var ve Ahmet ile Nedim başta olmak üzere çok sayıda Odatv Davası sanığının tahliye edilmesini hem umuyor, hem tahmin ediyoruz.

Bugün birinci yıl vesilesiyle genel bir değerlendirme yapmak ve bir kâr/zarar bilanço çıkarmak istiyorum.

Ahmet ile Nedim: Tam bir yıldır özgürlüklerinden, sevdiklerinden, mesleklerinden uzak kalmaları kuşkusuz onların zarar hanesine yazılacaktır. Ama kim ne kadar uğraşırsa uğraşsın buraya ikinci bir unsur ekleyemez. Bu bir yılda arkadaşlarımız, benim ilk gün NTV canlı yayınında sarf ettiğim “her kuşun eti yenmez” saptamasını fazlasıyla haklı çıkardılar. Dik durdular, yalpalamadılar ve haklılık konumlarına gölge düşürmediler. Buna paralel olarak her ikisinin de sadece Türkiye’de değil dünya çapında basın özgürlüğünün birer sembolü haline geldiklerini görüyoruz. Ancak bu onurun onlara çok ağır sorumluluklar yüklediği de açıktır. Diğer bir deyişle Ahmet ve Nedim, hatta onların birinci derecede yakınları bundan böyle hem bu onurla, hem de onun ağır yüküyle yaşamak zorundalar.

Türkiye: Ahmet ile Nedim’in tutuklanmaları hiç kuşkusuz Türkiye için büyük bir kayıp ve ayıptır. Ama ilk cezaevi görüşünde Ahmet’in bana demiş olduğu gibi, tutuklanmaları ülkenin hayrına sonuçlar verdi. Gerçekten bu tutuklamalar Ergenekon soruşturmasında Prof. Türkan Saylan olayından sonraki ikinci kırılma anı, daha önemlisi ülke için bir “dönüm noktası” oldu. Türkiye’deki basın özgürlüğü ihlalleri, buna bağlı olarak demokratikleşme sürecindeki aksaklıklar hem içerde, hem dışarda daha fazla ve daha yakından gözlenir, tartışılır ve eleştirilir oldu.

Medya: Ahmet ve Nedim’le birlikte ülkemiz gazetecileri üzerindeki ölü toprağı kısmen de olsa kalktı, son yıllarda tanık olmadığımız türden bir dayanışma inisiyatifi hayata geçti. ANGA (Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları) adı altında biraraya gelen bir avuç gazeteci, nice imkansızlık, engelleme ve tartışmanın üzerinden gelip bu tutuklamaların dünya çapında bir olay haline gelmesine katkıda bulundular. En azından Ahmet ve Nedim’e yalnız olmadıklarını gösterdiler. Bu süreçte bazı meslektaşlarımızın demokratlıklarının sınırlarını da görmüş olduk. Bizler bir gün daha az yatmaları için çabalarken, onların bir gün daha fazla içerde kalmaları için ellerinden geleni yapan medyaya iliştirilmiş unsurlarınsa adlarını anmaya bile gerek yok.

Hükümet: Bu olayın en üyük kaybedeni hiç kuşkusuz AKP hükümetidir. İlgili savcı ve polis şefinin çok kısa süre içinde görevlerinden alınmaları, “seçilmişler”in memnuniyetsizliğinin açık kanıtıydı. Nitekim bir yıl boyunca hükümet ve iktidar partisinin tüm yetkilileri yabancılarla biraraya geldiklerinde kendilerine hep Ahmet ile Nedim soruldu, yani fatura doğal olarak onlara kesildi. Hükümet de en son Egemen Bağış’ın BBC World yayınında yaptığı gibi, kimsenin gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklu olmadığında ısrar ettiler ama muhataplarını tabii ki ikna edemediler. Başbakan Erdoğan da siyasi kariyerinin en kötü cümlelerinden birini, “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir”i, benim Ahmet ve Nedim bağlamında sorduğum soru üzerine sarf etti.

Basın özgürlüğü ihlalleri hakkındaki şikayetlerin Ahmet ve Nedim olayından sonra sistemli bir şekilde tırmanması, AKP’nin İslam dünyasına model olma iddiasına da ciddi bir şekilde gölge düşürdü. Bu arada Türkiye’yi sevmeyen çevrelerin de basın özgürlüğü ihlallerini sömürdüklerini görüyoruz ki bunun suçlusu hakları gasp edilen gazeteciler değil, bunları gasp edenlerdir.

Fethullah Gülen hareketi: Ahmet ve Nedim olayının en büyük kaybedenlerinden bir diğeri Gülen cemaatidir. Basit olandan başlayalım, Bu Ahmet’in hazırladığı, cemaati eleştiren kitap daha bitmeden, polis sayesinde çok popüler oldu. Önce internet üzerinden çoğaltıldı, ardından basıldı ve çok sattı. Daha önemlisi, içerde ve dışarda Ahmet ve Nedim’in tutuklanmasının ardında Gülen cemaatinin bulunduğu algısı, bu hareketin imajında çok derin yaralar açtı. Dünya çapında ılımlı bir dil tutturan, “barış, diyalog, demokrasi, özgürlük” gibi kavramları öne çıkardığı için Müslüman olmayan çevrelerden bile yaygın ilgi ve destek bulan Gülen hareketi, özellikle Batı dünyasının çok hassas olduğu basın ve ifade özgürlüğüne, kendi çıkarları gereği müdahale ettiği iddiaları yüzünden sorgulanır oldu. Cemaatten çok kişi haksız yere itham edildiklerini, bu tutuklamalarla kesinlikle ilgileri olmadığını söylüyorlar ancak cemaatin medyasının yayınları onların bu savunmasını hayli zayıflatıyor.

Toparlarsak, dokunanların yandığı, dokunulanların parladığı bir yılı geride bıraktık. İnşallah bu vahim hatayı yapanlar inat etmeyi bırakır ve hatadan bir an önce dönerler.