Selahattin Demirtaş’ın düşüncelerine, politikasına karşı çıkan/saldıran çok olmuştu ama politika yapma ya da bugünkü koşullarda daha iyi adlandırmak gerekecekse zulme, haksızlığa direnme tarzına saldırma cüreti bulan yoktu.

Ahmet Hakan kendince ince bir üslupla “Tamam, esprilisiniz, anladık. Ama espriye de bu kadar abanılmaz ki! Esprinin de taşıyacağı bir yük vardır yani” diyerek gerici, baskıcı (faşist desem çok mu kaba olur) sistemdeki mizaha yönelik saldırı eksikliğini tamamlamış oldu.

Doğrudan aferin almış mıdır bilinmez, ama despotik sistemin en altından en tepesine köşe taşını tutanların bir parça yüreğini ferahlattığı kesin.

Çünkü Ahmet Hakan bu sözleriyle bizzat devrimcilerin, ezilenlerin direniş silahı mizaha saldırdı, küçümseyerek değerini düşürmeye çalıştı, onu kırmak istedi.

Nasıl?

Şöyle ki:

Mizah bugüne değin biz ezilenlerin, hapsedilenlerin, işkenceye uğrayanların en önemli silahlarından biri olmuştur.

En vahşi, insanlık dışı saldırı anlarında dahi Ahmet Hakangillerin itinayla korumak istedikleri sistemin mağduru olanlar direnme gücünü, cesaretini, umudu mizahla korumuş, kazanmıştır.

Birçok devrimci, siyasetçi tanıdığım, dostum işkencede, tecritte, şiddetli polis saldırısı altında geçirdikleri anları bile mizahla karışık anlatmışlar, mizahı direnişlerine zırh yapmışlardır.

Edirne F Tipi Cezaevinin, belki de Demirtaş’ınkine yakın olan hücrelerinden birinde, 2001 yılı başlarında 7-8 gardiyanın tekme, tokat, yumruk, sandalyeyle saldırıp gitmesinden sonra hücre arkadaşlarımla midem kasılana kadar gülecek bir bahane bulduğumuzu kendimden hatırlıyorum.

Romanya asıllı Fransız tiyatro yazarı Eugene Ionesco, "Korkutan şeyin ayrımına varmak ve ona gülmek, korkutan neyse ona egemen olmaktır" derken, Hannah Arendt ise, “Otoritenin en büyük düşmanı itaatsizliktir. Onu sarsmanın en kesin yolu da şüphesiz kahkahadır” demişti.

En zor anlarda dahi direnenler zalimdeki çelişkili, saçma, kaba, zayıf yanları görmüş, çoğu kez bunlara yanıtı basit, düz sloganlardan mizah alanına çekerek ona çok daha güçlü darbeler vurabilmiş, otoritesini sarsmış en azından ideolojik ve psikolojik açıdan ona egemen olabilmiştir.

Gezinin eylemcileri, etkisi belirli bir süre devam etse de mizahla direnişin, diktatörlüğün itibarını iki paralık etmenin en iyi örneklerini verdiler.

Joan Baez’a göre “Akıllı mizahın, keskin zekânın toptan tüfekten daha etkili olabileceğini” gösteren Gezi eylemcileri çapulculukla kendilerini aşağılamak isteyen diktatöre “Alem buysa ben de onun çapulcusuyum” diyerek zulmedenin dilini felç ettiler, zalimler daha da onlara başka sıfat takmaya cesaret edemediler. Ondan sonra dediklerinin de çok fazla bir anlamı olmadı zaten.

Çapulculara göre önce “her şey gaz bulutuydu, sonra hayat başladı”, Tunalı Hilmi “Tomalı Hilmi” olmuştu, uluslararası bir kahve zincirinin dükkanının duvarları “Yaşasın Tam Bağımsız Kuru Kahveci Mehmet Efendi” sloganıyla anlamlanmıştı.

Geziciler “Korkma la, biziz halk”; “Huzur isyanda”; “Biberi bal eyledik meydanları dar eyledik”; “Tomayla 8 gündür beraberiz ciddi düşünüyoruz” sözleriyle, “Senin topun, tüfeğin, gazın, copun olabilir, bizi ezebilir, dövebilirsin, ama görüyorum sen hiçbir şeysin, değersizsin, korkmuyoruz, isyan ediyoruz” diyerek bunun bir başlangıç olduğunu ve mücadeleye devam edeceklerini ana ve tarihe kazıdılar, barikatlarla beraber mizahla direndiler.

Selahattin Demirtaş da yerinde ve ince mizahıyla zalimin haksızlığını, korkaklığını, çapsızlığını teşhir edip ezilenlerdeki kararlılığı, itaatsizliği, zalime egemen olma gücünü gösterince zulmedenler rahatsız oldu.

Rus filozof Bakhtin’in de dediği gibi mizah, tarihin hiçbir döneminde baskı aracı olarak değil, hep bir özgürlük silahı olarak kullanılageldiğinden Demirtaş’la aynı cepheden mücadele etmek söz konusu olamazdı. “Pislik”, “Tezek”, “Pesküvit” demek de işe yaramayacağından topa Ahmet Hakan girdi.

Kendi kaderini varlığının devamına bağladığı, ilkesizliğinin, kalitesizliğinin ondan başka hiçbir yerde kabul görmeyeceği diktatörlüğü mizahın eleştirisinden, yıkıcı etkisinden korumak için mizahı değersizleştirmek, onun dozajını kendini ve ortaklarını o kadar rahatsız etmeyecek, kendinden menkul bir düzeye getirmek istedi. Mizahtaki umut, direniş ve korkusuzluk karşısında sinir bozukluğunu açık etti.

Mizah halkların umudu, gücüdür. Onu almak, küçültmek haddinize değil. Mizahın her zaman hedefi olacaksınız. Utançtan değil (çünkü utanmazsınız) ama öfkeden kızaracaksınız.

Ahmed Arif,

 “Öyle yıkma kendini,

 Öyle mahzun, öyle garip...

 Nerede olursan ol,

 İçerde, dışarda, derste, sırada,

 Yürü üstüne - üstüne,

 Tükür yüzüne celladın,

 Fırsatçının, fesatçının, hayının...

 Dayan kitap ile

 Dayan iş ile.

 Tırnak ile, diş ile,

 Umut ile, sevda ile, düş ile

 Dayan rüsva etme beni.”

demişti.

Gezi’nin ve Demirtaş’ın siyaset tarzının iyice gösterdiği gibi bu dayanma gücümüze mizah da eklendi.

Duy diktatörlük, duyun Ahmet Hakanlar. Kitap ile, iş ile, tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile, düş ile, mizah ile dayanıyoruz. Biz geliyoruz. Kazanacağız.