Bu Pazar Türkiye, ülke siyaset tarihinin önemli bir seçimine sahne olacak ve önümüzdeki beş yıl için başkanlık koltuğunda kimin oturacağını seçecek –bir kimsenin kaç kez cumhurbaşkanı olabileceği gibi kimi ‘önemsiz’ hükümleri uygulanmayan Anayasa’sında beş yıllık bir görev süresi öngörüldüğü için ‘halk’ da bu süre için adaylardan birini ‘başkan’ yapacak; ama Tanrı’nın ya da dilerseniz doğanın, en azından adaylardan birine, seçilmesi halinde bu kadar bir süre “ömür” tanıyacağı son derece kuşkulu görünüyor. Zira Erdoğan’ın kürsüye çıkıp mikrofona kadar dahi enerjik bir şekilde yürümeye takatinin olmadığı ortada. Erdoğan’ın kendisi değil de âdeta bir maketi çıkarılıyor kürsüye, meydanda toplanan kitleye yapacağı konuşmayı prompter üzerinden okuması için; ya da bu maket bir koltuğa oturtuluyor ve ancak ondan sonra naklen yayın başlatılıyor–son TRT ve yandaş yirmi küsur kanaldan ortak yapılan yayında, o sırada Kılıçdaroğlu sadece bir kanalda yayındaydı, on dakikada bir ara verilmiş olması da bu yüzdendir. Akıl ve ruh sağlığı bir yana, fiziksel yani bedensel sağlığı ileri derecede bozuk bir Erdoğan var sarayında ve kapalı kapılar ardında. Gerçek bu iken, Erdoğan’ı sarıp sarmalayan geniş bir çıkar çevresi son nefesini verinceye kadar ondan yararlanmaya, onu kullanmaya çalışıyor. Hatta öyle ki, iktidarda kalması için Erdoğan’dan çok, ondan yararlanan bu çevrelerin canla başla çalıştığı söylenebilir. Bu da son derece anlaşılır bir durum: kimin daha çok çıkarı varsa iktidardan, en çok çabayı da o gösterir iktidar için. Boşuna üretilmemiştir, kraldan çok kralcı olmak deyimi. Akıl ve beden sağlığı yerinde olmayan sultanların, kralların kimileyin yıllarca tahtta/iktidarda oturtulmuş olduğu biliniyor. Bunlardan sadece birini vermekle yetinelim. Henüz şehzadeyken annesi Şevkiefser sultan ile birlikte Galata bankerlerinden sarraf Hristaki Zografos’a (Hristaki Efendiye) yüklü miktarda borçlanan V. Murad’ın tahta çıkmasına ve hasta olduğu halde padişah olarak kalmasına en çok çaba gösterenlerin başında yine bu Hristaki Efendi gelir ve Murad padişah olunca da ondan alacağını bir güzel tahsil eder.

Erdoğan’ın çok uzun bir süre, yıllardır kimseyle bir tartışma programına çıkmaması, daha doğrusu böyle bir programa çıkarılmaması onun sağlıksızlığını bilen yakın çevresince alınmış olan ve sıkı sıkıya uygulanan bir tedbirdir aslında. Türkiye uzun zamandır tıpkı Marquez’in “Kırmızı Pazartesi’sinde olduğu gibi bir ülke: herkes biliyor, ama kimse önlem almaya çalışmıyor, kimse hadiseyi biliyormuş gibi davranmıyor.

Erdoğan’dan tüm ülkede yararlanan çevre(ler), kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun formüle ettiği “beşli çete”yle sınırlı değildir– esasen bu deyim daha çok simgesel bir ifadedir. Başlıca görevi büyük devlet ihalelerinin dağıtılması ve bazen de kimin neyi ithal edeceğinin belirlenmesi olan Erdoğan rejimi, yıllarca dağıtılan ve paylaşılan bu ihaleler sonucunda iyiden iyiye kökleşmiş bir çıkar çevresi ve bir de devasa bir yönetim aygıtı (Bu bağlamda “Erdoğan’ın Nomenklaturası: Başkanın Bütün Adamları” başlıklı yazıya bakılabilir.) çıkarmıştır ortaya. Şimdi doğayı ve kentleri yağmalayan bu alaturka kapitalistlerden ve bütün bir iktidar aygıtını, yönetim aparatını oluşturan ve yönetim kademesindeki bu ayrıcalıklı konumlarını doğrudan bir parti, hatta çoğunlukla da “tekmeci ataşe” örneğinde olduğu gibi sadece ‘Reis’ yandaşlığına borçlu olduğunu bilen yöneticilerden ibaret bu hayli büyük zümrenin geleceğinin de doğrudan siyasal iktidarın kaderine/geleceğine bağlı olduğu açıktır. Ve bu yüzden bu Pazar eğer Erdoğan kazanırsa adam/Erdoğan değil, fakat bir kez daha “adamlar”/çıkar zümresi kazanmış olacaktır.