Yazının başlığı, 28 Mayıs oylamasında Erdoğan’ın aldığı oy veya muhalefetin aldığı oy oranına bakıldığında anlaşılmaz, hatta saçma görülebilir, fakat seçimler, moda deyişle doğru okunursa bu yargı anlaşılabilir. Gerek 14 Mayıs’taki birinci tur gerekse 28 Mayıs’ta yapılan ikinci ve son tur seçimlerin, – hatta 2015’ten bu yana yapılan tüm seçimlerin– seçimlerin yapıldığı koşullar ve seçimlere katılan siyasal partilerin – bu ismin çoğul hali bile cümleyi anlam bakımından sakatlıyor– kamu imkânlarından yararlanmalarına bakılarak değerlendirildiğinde, seçimin gerçek galibi olan partinin hiç de iktidar partisi ve onun lideri olmadığı görülür. 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçiminde istisnasız bütün bakanlıkların olanca gücünün doğrudan Erdoğan için seferber edildiği, yani tüm kamu imkânlarının ve bu arada kamuya ait olması gereken radyo-televizyon gibi haberleşme araçlarının sadece bir partiye, iktidardaki AKP’ye ve onun liderine hasredildiği ve bu bakımdan birçok yönüyle belki de sadece Türkiye’de değil dünyada da en eşitsiz ve en adaletsiz seçimlerden biri olduğu göz önüne alındığında bu devasa imkânlara rağmen Erdoğan’ın ‘yarışı’ ancak kıl payı bir farkla önde tamamlayabilmiş olması, aslında seçimin gerçek galibinin Kılıçdaroğlu olduğunu göstermektedir. Seçimler için sıkça kullanılan ‘yarış’ metaforuyla sürdürürsek, koşuya başlama çizgisinin başında Kılıçdaroğlu koşuya uygun kıyafetle beklerken, Erdoğan bir arabanın içinde ‘yarış’a katılmış ve üstelik bu ‘yarış’ı ancak kıl payı önde bitirebilmiştir. Bu koşullarda yapılan böyle bir yarışı, Erdoğan’ın kazanmış olduğu ne kadar söylenebilirse, 28 Mayıs seçimini de onun kazanmış olduğu ancak o kadar ileri sürülebilir.
Evet, olan biten budur ve yukarıda belirtildiği gibi adaylar arasında sadece aynı pusulada yan yana resimlerinin bulunması dışında hiçbir şeyin eşit olmadığı, hatta insanı isyan ettirecek derecede adaletsiz koşullarda yapılan seçimin gerçek sonucu, Erdoğan’ın büyük yenilgisidir. Nitekim Akdeniz ve Ege’de tüm büyük kentlerde; Doğu’da Antep ve Batı’da Bursa dışında nüfusu milyonun üzerinde olan bütün kentlerde, Türkiye’nin en büyük üç kentinde, hatta kutlama konuşmaları yaptığı iki kentte de Erdoğan rakibinin gerisinde kalmış, dolayısıyla buralarda seçimi kaybetmiştir. Bu nedenle olsa gerek Türkiye çapında sadece küçük bir farkla seçimi önde bitirmiş Erdoğan’ın yüzünde seçim galibi muzaffer bir eda görülmüyor. Tersine, seçim gecesi yaptığı iki konuşmada da ancak bir siyaset cahiline yakışabilecek türden ve son derece düzeysiz, kaba ve saldırgan bir söylem sergilemiştir.
Kılıçdaroğlu, muhalafetin başından ayrılmadıkça Erdoğan, hiçbir zaman galip geldiği duygusunu yaşayamayacak. Esasen bunu taraflar da çok iyi biliyor. Erdoğan’ın son zamanlarda her seçimde “bay bay Kemal” demesi, buna karşılık Kılıçdaroğlu’nun da üstüne basa basa “ben hâlâ buradayım” deyişi bunu gösteriyor. Erdoğan, western filmlerindeki adeta düelloda ölümcül yara alan birinin ölmeden önce son bir gayretle ve büyük bir merakla yaralamış olduğu rakibinin ölüp ölmediğine bakan silahşörü andırıyor: Kendisi ölmek üzeredir, fakat rakibi, Kılıçdaroğlu da ölecek midir? O çekilmedikçe seçimin/düellonun nihai kazananı olamayacağını çok iyi biliyor.
Toplumu zihniyet olarak “biz” ve “onlar” olarak bölen ve kadın, Kürt ve siyasal muhaliflerden oluşan “onlar”ı, Cannes film festivalinin en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Merve Dizdar’a, törende yaptığı konuşma nedeniyle saldıran RTÜK yöneticisince yapıldığı gibi “ötekileştiren” ve kendilerini sözde ülkeyle özdeşleştiren bu faşist güruhun karşısında ekonomik, ideolojik, toplumsal ve siyasal mücadeleyi sandıkla sınırlandırmayan tüm emek, demokrasi ve özgürlük güçleri, her gün verecekleri mücadele içinde cephelerini daha bir tahkim ederek zafere, nihai zafere ulaşacaktır.