Mehmetçik vatan topraklarını, asil milletimizin onurunu korumak, bölge halkına (Kürtlere) huzur ve refahı tesis etmek için operasyon yapıyor.

Bir genç kız tabutun başında feryat ediyor; "ne olur bir bakın belki nefes alıyor abim", bir kardeş sesi tarazlanıncaya dek bağırıyor "Allah kabul etmesin bu zulmü, bunun için mi büyüttük, tabuta serilsin diye mi", bir anne Kürtçe ağıt yakıyor işkence görmüş, cesedi tahrip edilmiş gerillasının yanıbaşında.

Haberler, hep bu detaya dikkat çekiyor.

Oysa belirleyici olan şehitlerin etnik kimliği değil ki!

Ölenin kimliği ölümün haklılığına cevaz vermiyor. Bahadır kılmıyor insanları.

Tek bir ortak nokta var o da; hepsinin yoksul halk çocukları olması.

Yıkık dökük gecekondular, sıvasız ocaklar, sahipsizlik, çaresizlik tek ortak noktalarıdır.

Ağıt yakan başörtülü anneler, yırtık lastik ayakkabılarıyla iki büklüm olmuş babalar, binbir yokluktan muzdarip şafak sayan askerler...

İçlerinde tüyü bitmemiş yetim hakkıyla gününü gün eden zengin çocukları yok, şehit olmak istiyorum diyerek eyyam yapan siyasetçilerin "tosuncukları" yok...

Askeri, sivil iktidar elitinden, "ne mutlu şehit olanlara diyen", "bu bayrak inmez" nutku çekenlerden, habire ahkâm kesenlerden birinin oğlu yok.

"Ne yaman çelişki"...

Bunun beka sorunu olduğunu yönünde söylenenlerin bir mit olduğu çok açık değil mi?

Şehitlik payesiyle gizlenen şeyin aslında fakirin sırtında zenginin sefası olduğu apaçık ortadadır.

4 yüzü bulamadığı için; "barış sizin neyinize, ölüme ve kıyıma müstahaksınız" dediler!

Asker cenazelerinin başında toplananların halleri, gerilla ailelerinin içinde bulunduğu durum; bir madalyonun iki yüzü gibi.

Ortak koşulların farklı etnik yapıları, aynı acıyı yaşıyor. Aynı koşullara mahkûm. Biri Türkçe ağlarken, diğeri haber bültenlerinden uzak Kürtçe ağıt yakıyor.

Devlet diye şiddeti, yetkili diye askeri görmüş, direnmeyi yaşam, isyanı kimlik, dağı çare bilmiş Doğu'nun fukaralığında büyümüş gençler, etkisiz hale getirilenler.... Savaşın bir tarafı.

Ölüme isyan edince cezaevini boylayan, icabı halde karaktersiz olan, ekmeğinden olan, Kürd’e düşman olmak dışında hiçbir seçenek sunulmayan Orta Anadolu köylüleri, savaşta şehit olanlar... Savaşın diğer tarafı.

Örgüt ve devlet, farklı rakamlar veriyor ölü sayısına dair.

Biri şehit olurken, diğeri ne hikmetse etkisiz hale getiriliyor.

Öldükten sonra ne önemi var, hangi kıymet bir can eder?

Hesapsızca savaşa sürülen bu yoksul insanlar, şehitlerin ana babaları, dost ve akrabaları için çocukları; cennet misafiri birer isim, kokladıkça nemlenen birer resim, kutsal bayrağı indirmeye yeltenen hainlere karşı koyan yiğitlerdir.

Karşı tarafın "suya düşen kitap" kadar kıymeti yok. Onlar toprağa göz dikenler. Onlar bölücü Kürtler. Ölüleri anılmayı hak etmiyor, ana babalarının teskin edilmeye değer acıları yok!

Gözyaşının rengi yok oysa!

Hangi ana baba çocuğunu ölsün diye büyütür, hangi yürek yanmaya gönül eder!

Savaşa karar verenin, çatışmayı emredenin canı yanmıyor. Mukavim halleri, çatık kaşları, buyurgan edaları; ölmeyi ve öldürmeyi emrediyor.

Onlar "ne mutlu şehit olanlara, ne mutlu şehit ailelerine" derken, zinhar ölüme gitmeyi düşünmezler.

Şehitlik mefhumu savaşı sürdürmenin argümanıdır, bunu biliyorlar. Bildikleri için de kati suretle çocuklarını uzak tutarlar.

Onlar "kanımızın son damlasına kadar savaşacağız" dese de, akanın kendi kanı olmayacağını biliyorlar.

Bununla da yetinmezler "düşmanı sevindirmemek için dik durun, vatan sağ olsun deyin, diye ailelere öğütler verirler.

Fukara anne baba göz yaşından bile feragat eder. "Öbür oğlum da feda olsun, yeter ki vatan sağolsun" diyerek, devletlilerin gönlünü hoş eder.

Karşılıksız sevda olan evlat sevgisini yok sayarak vatan sevgisinden, vatanı ne çok sevdiklerinden bahsederler.

"Vatan hepimizin eviyse, neden kimimize mezar oluyor da kimimiz sefa sürüyor?

Neden hep biz yoksulların çocukları ölüyor?

"Kanımızın son damlasına kadar savaşacağız" diyenler, neden bir damla kan vermeyi akıllarının ucundan geçirmez?

"Neden savaş kararı verenler, en önde cepheye gitmiyor ya da kendi oğullarını o "kutsal" ölüm yollarına sürmüyor?"

Cizre’de, Yüksekova'da günlerdir sokağa çıkma yasağıyla evlere hapsedilen, acıya, açlığa, susuzluğa mahkûm edilen insanlar, sahipsiz kurşunların hedefi olan insanlar, Dağlıca'da asker cenazelerini almak için yola düştüler ve bir an bile tereddüt etmediler.

Devletlilerin; baskıyla, zulümle topluma dayattıkları meyus ruh halini önemsemeyen, önüne gelene kurşun sıkan zorbalıkla kabili kıyas olmayan bu yüce gönüllülük bizi kurtaracak şeydir.

Bizi kurtaracak şey; milliyetçi söylemler değil, insan olma şuuruyla hareket eden bu sağduyudur, "toprak severleri" insandan saymayan bu yürekliliktir.

Bir insanın ölümüne hürmet etmek için canını tehlikeye atan bu kadirşinaslıktır bizi kurtaracak olan.

Bu savaş; zulmü kader, ölümü fıtrat olarak yaşayan fakir Türk ve Kürtlerin birlikte tavır almasıyla nihayete erebilir. Savaşı yüceltenler, şehitlik mefhumuyla çocukları mayınlı yollara sürenler ne vakit "yol alsa" o zaman barış gelir, o zaman yarınlar umut olur.