Son dönemlerde Kürt sorunuyla ilgili yapılan analiz ve yorumlarda Kandil'de bulunan PKK yöneticilerinin siyasette ustalaştıkları ve bu tecrübeyle siyasetteki başarıları konuşulur oldu. Öyle ki, PKK'nin bunca yıl istikrarlı bir seyir ve gelişim gösterdiği, PKK karşıtı güçlerin ileri teknik gücü de arkasına almasına rağmen PKK'yi geriletemediği, siyaseten alt edemediği vurgulanır oldu sıkça... Hatta AKP iktidarının Türkiye'de neredeyse tüm basın yayın kuruluşlarını da kullanarak, bunca kumpas ve özel savaş yöntemine rağmen başta Öcalan olmak üzere Kandil'deki yöneticilerin siyaseten geriletilemediği, Kürt Siyasal Hareketinin gün geçtikçe güç kazandığı, AKP iktidarının ise kan kaybettiği vurgulanıyor devamlı... Bu özel savaş üslubunun dışına çıkılarak, reel bir durumu ifade ettiğinden önemli bir gelişme…

Hal buyken, yani Kürt Hareketinin bunca yıllık birikimiyle yakaladığı istikrarlı başarı ortadayken, her gün onlarca kişi HDP'nin, PKK'nin, Kandil'deki yöneticilerin, Selahattin Demirtaş'ın, Öcalan'ın nasıl davranması, neler söylemesi, ne yapması gerektiğine dair dünya kadar nasihatte bulunuyor durmadan... Bunca tecrübe, birikim, savaş ve siyaset geçmişi gözler önündeyken, böylesi bir akıl verme noktasına gelinmesinin temel nedeni, "Kürtler bilmez, üretemez, her şeyi biz biliriz" içgüdüsüdür. Öyle ya Kürtler sadece ırgat olurdu, hamal olurdu, düşünce üretemezdi ve yeri gelince ölürdü. Devrim ve siyaset Kürdün neyine...

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 2000'li yılların başında İmralı'daki savunmalarında Kürt Siyasal Mücadelesinin hangi argümanlarla, hangi eylem tarzını geliştireceğine dair çoğumuzun ilk defa duyduğu bir terimle karşı karşıya bıraktı bizi... 3. Alan Teorisi... Bu teoriyle birlikte, sivil alan örgütlendirilecek, sivil toplum örgütleri dinamize edilerek mücadele demokratikleştirilecekti. Statükocu devletle savaşarak toplumu demokratikleştirmenin en etkili yolu 3. Alanın örgütlendirilmesiydi:

“3. Alan denilen şey demokratik siyaset, toplumun ekonomik çevreleri, ticaret odaları, dernekler, demokratik kooperatifler, spor sanat birlikleri, tarih ve kültürü korumu örgütleri, vakıflar, gençlik- kadın hareketleri. Tüm bunlarla demokratik toplumun örgütlenmesi yapılır. 3. Alan teorisinde ne devleti yıkma, ne de halkı isyana çekme nede uzun zamanlı gerilla savaşımı tarzıyla olur. Devlet de klasik diktatörlükle bir şey yapamaz. 3. Alan çizgisiyle uzlaşmayla olur. 3. Alanın tümüyle kurumlaşması devleti, toplumu, insanları demokratik olmaya zorlar.” (1)

Kürt Siyasal Hareketinin literatürüne 3. Alan ifadesi dahil olduğundan bu yana, daha önce düşmanlık beslenen, liberal bulunan, sistemin devşirmesi görülen tüm sivil toplum örgütleri, bir anda toplumun demokratikleştirilmesi yolunda bir mekanizmaya dönüştü. En azından teorik olarak... Lakin gerçekte sivil alanın, bu işlevini yerli yerince yerine getirdiğini söyleyemeyiz. Zira özellikle ekonomik kaynakları elinde tutan iktidar, bu kozu kullanmaktan geri durmadı. Dolayısıyla sivil toplum örgütleri, toplumu demokratikleştiren bir işlevden ziyade, her iki tarafla iyi ilişkilerini muhafaza eden arabulucu pozisyonuna büründü.

AKP iktidarının toplumu savaşa sürükleyen, ekonomik ve sosyal istikrarı engelleyen şiddet politikalarına karşı alternatif arayışına giren Kürt Siyasal Hareketi, geçtiğimiz hafta DTK, DBP, HDK ve HDP Eş Başkanlarının katılımıyla sivil alan temsilcileriyle bir dizi toplantılar gerçekleştirdi. Elbette bu toplantılar toplumun nabzını ölçme, farklı görüşleri alarak, yeni bir yol haritası belirleme konusunda önemliydi. Bir ilk olması açısından da olumlu bir gelişmeydi. Bu konuda STK temsilcilerinin sitemi haklı ve yerindeydi. Lakin birçok defa STK temsilcileriyle toplantılar düzenleyip, görüş alan iktidarın bu konudaki ikiyüzlülüğünü hatırlamakta fayda var. Keza STK'lar dinleniyor ama hiçbir şekilde dikkate alınmıyordu. Mizansen sadece verilen bir fotoğraftan ibaretti. Meseleye niyet okumalardan gidecek olursak; iktidarın STK temsilcileriyle yaptığı onlarca görüşmeden çıkarılacak iki sonuç vardır: Birincisi, iktidar dinliyormuş gibi yapıp hiçbir şekilde dikkate almamıştır. İkincisi, iktidar bu savaş siyasetini bu toplantılar sonucuna göre belirlemiştir. Bu seçeneğin Kürdistan’da karşılık bulması uzak bir ihtimaldir. Elbette geçerli olan, iktidarın dinliyormuş gibi yapıp aslında "takmadığı" gerçeğidir. Bu durumda Kürt Siyasal Hareketi böylesi toplantılar yapmakta geciktiği, ancak iktidar gibi ikiyüzlü tutum içerisine girmediği de kulak arkası edilmemelidir.

Toplantının bir diğer önemli yanı, tüm stratejisini barış üzerinde kurgulayan PKK'ye yönelik "Tek Taraflı Ateşkes" önerileriydi. Toplumu demokratikleştirme gibi hayati misyonu olan 3. Alanın, devlete savaşı durdurma, sivil katliamları terk etme, bombalamaları kesme, tutuklama ve operasyonlara son verme gibi taleplerde bulunmak yerine PKK'den ateşkes istemesi halen ne kadar "sistem içi" olduğunun göstergesiydi. PKK'nin ateşkes ilan etmesine bir itirazım yok ama bu çağrı ilk önce müzakere masasını devirip, işi sokak infazlarına kadar götüren iktidara yapılmalıdır. Çünkü katil olan, savaş isteyen, topyekün savaşa göre konumlanan güç faşist iktidardır. PKK'den ateşkes istemek, kolayı seçmek ve gerçek anlamda sorumluluktan kaçmadır, risk almak istememedir.

Seçim öncesi iktidarın, HDP'nin partiyle seçime girmesine ne kadar içerlendiği biliniyor. Tam da bu noktada bazı STK'ların "HDP'nin seçime partiyle girmesi intihardır" türünden yaklaşımı, kendi dinamikleriyle değil, devlet aklı ile yorumlamadır. HDP'nin yakaladığı muazzam başarının ardından Selahattin Demirtaş'ın tam da seçim öncesi tüm söylediklerinin arkasında duran kararlı, kişilikli, tutarlı çizgisi saygıya değerdir. Seçim sonrası tüm olan biteni unutup, AKP ile koalisyona yanaşsaydı, sadece Selahattin Demirtaş ve HDP değil, bir bütünüyle Kürt Siyasal Hareketi inandırıcılığını önemli ölçüde yitirecekti.

______________

(1)  Abdullah Öcalan (İmralı'daki Görüşme Notlarından)