Son iki gündür bayrak üzerinden yürütülen ırkçı ve de militer söylem ve de politikaların çok benzerini 2005 yılı Mayıs ayı içinde yaşadık. Hatırlanırsa 2000 yılı içinde devlet ile Kürt Hareketi arasında göreceli bir "ateşkes/barış" hali başlamıştı. "Kürt sorunu"nun çözümü için İktidar partisi ve Başbakan Tayip Erdoğan "bu sorun bizim sorunumuz, biz bu sorunu çözeceğiz" demişti. Sorunun çözümü için pratik adımlar atılmamış olsa da ölümler durmuştu. Çatışma süresince politik olarak görünmeyen çeşitli yapı, gurup ve de partiler sürecin normalleşmesi için bir çaba içine girmişlerdi. 

Süreç artık söz değil, pratik anlamda bir adım bekliyordu. Bir anda Türkiye medyası kırımızı beyaz kesildi boydan boya. Sokaklarda ellerinde Türk bayrakları ile kadınlı erkekli guruplar ırıkçı hezeyanlar içinde sokak linçlerine başladılar. Birçok kentin sokak ve meydanlarında "bayrağa saygı" yürüyüşleri, mitingleri gerçekleştirildi. Ketlerin sokakları, çarşıları, evlerin balkonları Türk bayrakları ile dolduruldu. Her zamanki gibi Başbakan Tayip Erdoğan ırkçı, militer, halkları, çocukları düşmanlaştıran dil ile "benden büyük başbuğ" olamaz havalarındaydı.  Daha sonra olayın iç yüzü ortaya çıktı. O bayrağı çocukların eline veren bir MİT mensubuydu. Bu kişinin daha sonra Ergenekon davasından başka nedenlerden dolayı yargılanan Ali Kutlu olduğu söylendi. Olaydan hemen sonra dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök Kürtleri 'sözde vatandaş' olarak tanımladı. 6 çocuk tutuklandı, Türkiye genelinde Kürtlere karşı linç kampanyası başlatıldı. Bolu'da bir Kürt işçi öldürüldü. 2 ay sonra tahliye edilen çocukların davası uzun yıllar devam etti.

Bizler şimdi dokuz yıl sonra aynen başka bir bayrak savaşı/provokasyonu içindeyiz. "Barışı bu ülkeye biz getireceğiz" diyen bir Başbakan Lice'de yaşanan bu gelişmeden sonra bir kez daha çocukları doğrudan hedef alan bir dil ile nefret suçu işliyor. Kimse Lice'de haftalardır o eylemlerin neden yaşandığı, iki Kürdün neden öldüğünü tartışmıyor. Bütün ana akım medya ve siyasetin bütün aktörleri birbirleri ile yarışırcasına ırkçılık yapıyorlar. Tayip Erdoğan "Çıkacak birisi, garnizonun duvarlarını aşacak, Türk bayrağını indirecek. O bayrağı indirirken o görevliler seyredecek. Neymiş: ‘Çözüm sürecini sekteye uğratmayalım’. Ne demek ya? O bayrağı indireni, indireceksin. Gereğini yapacaksın. Yapmıyorsan da sorumlusun. Herhalde ben Ankara’dan gelip de o bayrağı indireni indirmeyeceğim” açıklaması ile açıkça suç işliyor.

Lice eylemlerinin başlamasının nedeni halkın "barış diyorsanız bu karakol/kalekollar neden yapılıyor" diyerek devleti/AKP iktidarını gerçek anlamda barış sürecini başlatmaya çağırışıydı. Tamamen barışçıl olan bu eylemlere devletin kolluk kuvvetleri 1990'ların "kirli savaş" politikalarını aratmayacak bir şekilde müdahale etti. İnsanların üzerine kurşun yağdırdı ve bu müdahalelerde iki Kürt yaşamını yitirdi, onlarcası yaralandı. AKP/Recep Tayip Erdoğan bu eylemleri dikkate alıp süren müzakere sürecini gerçek bir barış sürecine evriltebileceğine tamamen savaş dili ve yaklaşımı ile devletin bütün ırkçı/militer yapısına katkı sunuyor. 

Sokaklar 2005 yılı Mayıs ayında olduğu gibi düşmanlık ve şiddet soluyor. Özellikle son bir yıldır çatışıyorlar gibi görünen CHP, MHP, AKP bu şiddet iklimini bütün enerjileri ile besliyor. Her an sokaklarda yeni Kürt cenazeleri ile karşılaşmamız olasıdır. Bayrak üzerine yapılan bütün politikalar gayrı insani ve de ırkçıdır, şiddet çağırır. Yaşanan bu süreç oldukça tehlikelidir. Bayrak her zaman devletlerin ötekileştirme, düşmanlaştırma, lince çağrı yaparak çoğunluktaki "makul" vatandaşları yönetmesinin en basit yolu oldu. Bu yöntem barış/kardeşlik getirmez, bu yöntem yeni ölümlere davetiyedir. Bu topraklarda en kolay yaşanan ölümün her halidir. Yaşamanın, bir arada özgür yaşamın kazanması için bütün insanlığa/her birimize çok şey düşüyor...

Sokaklar ırkçı hezeyanlar ile yürüyen kalabalıkların değil, özgürlük çağıran kalabalıkların olmalı.

Ve Türkler artık ne zaman bu bayrak despotizminden kurtulacaklar?