Türkiye’yi artık basbayağı terör yönetiyor. Birbiri ardına yaşadığımız katliamlara, bilinen ama engellenemeyen canlı bombalara, suikast tehditlerine ve komplo teorilerine bakılırsa terör yönetiyor mu yönetiliyor mu soruları kaçınılmaz olarak öne çıkıyor. Aslına bakarsanız ikisinin yanıtı da aynı kapıya çıkıyor.

Burada “terör” kavramını bilinçli olarak tırnak dışında kullanıyorum. Bunu belki daha sonra açmak gerekir. Şunu söylemekle yetineyim; Avukat Tahir Elçi’nin görüşüne katılarak, PKK ile “terör” kavramını yan yana kullanmanın gerçeği tahrif etmek anlamına geldiğini, keza MİT eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş gibi PKK’nin “Bir hak hareketi” olduğunu düşünüyorum.

Bu çerçevede asıl konuya dönersek, ‘devlet büyükleri’nin sık tekrarladığı gibi 1 Kasım seçimlerine gerçekten bir “terör belası” ile gidiyoruz. Ama bu terör doğrudan halka, özel olarak da HDP ve kitlesine yönelen bir terör.

HDP’nin Ocak ayında seçimlere parti olarak girme kararını açıklamasından itibaren Saray ve medyasının kara propagandası başladı. Havuzun tetikçileri HDP’yi ve özellikle Selahattin Demirtaş’ı hedefe alan kurgu ve yalan haberlerle çıkmaya başladı. Kelime kelime aynı manşetleri, aynı fotomontajları, bazen de aynı çakma belgeleri kullanarak… Adeta tek merkezden tablet olarak servis ediliyormuş gibi (!)

7 Haziran’a yakın, HDP’nin barajı aşacağı ve AKP’nin tek başına iktidar olamayacağı netleşince, sistemli ve yaygın küçük çaplı saldırılar doz artırmaya başladı. 18 Mayıs’ta Mersin ve Adana il merkezlerine bombalı saldırılar yapıldı. Seçimlere iki gün kala, 5 Haziran’da Diyarbakır’da HDP’nin mitinginde patlayan çifte bomba üç kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına neden oldu.

Tırmanan terörün HDP’yi baraj altında bırakmayı hedeflediği herkesin malumuydu. 7 Haziran’dan sonra kurulacak yeni hükümetle bu sürecin sona ereceği beklentisi de aynı ölçüde yaygındı.

Öyle olmadı, AKP gitti ‘Saray Hükümeti’ geldi.

 Ve kabus katlanarak sürmeye devam etti.

Suruç saldırısında 33 canımızı, Ankara’daki tarihin en büyük ve en alçak katliamında 102 canımızı yitirdik, yüzlerce insanımız yaralandı.

Havuz-Emniyet-Yargı ayaklarının birbirinden bağımsız hareket etmesini engelleyen o ‘görünmez’ zincir de bu arada HDP’nin il ve ilçe merkezlerini, belediye başkanlarını boş bırakmadı.

Haziran'dan bu güne 2308 HDP’li gözaltına alındı, 542 kişi tutuklandı.

HDP, neredeyse bir yıla yakındır sistematik bir saldırı altında.

‘Erdoğan Devleti’ bir tek şeyi doğru söylüyor: Saldırılar gerçekten de bu ülkenin bütünlüğüne apaçık kast ediyor, ülkenin bölünmesi için elinden geleni ardına koymuyor.

İktidarın diğer tüm açıklama ve iddiaları ise bölücülüğün gerçek kaynağını, yani bizzat iktidarın bölme çabasını gizlemeye çalışmaktan ibaret.

Gazeteci-Yazar Levent Gültekin’in bir AKP genel başkan yardımcısının sözlerinden aktardığı “Erdoğan ülkeyi bölmeye uğraşıyor” tespitinin tartışma yaratması gerekirken, görmezden gelinmesini de buraya not etmek gerekir.

1 Kasım seçimleri, şimdi bir kez daha herkes için farklı nedenlerle umut oldu. En azından istisnasız her kesim bu şiddet sarmalının bitmesini bekliyor. Ben ise kötümserlerdenim.

Tehditlerin beyaz Toroslardan, HDP Eş Genel Başkanlarına yönelik suikast ihbarlarına varacak kadar tırmanması; Sarayın ve geçici hükümet başkanının dilinin aynı frekansta seyretmesi normal bir seçim olmayacağını, olsa da koalisyon falan kurulmayacağını düşündürüyor.

Seçimlerin güvenlik nedeniyle iptali olasılığı azalmış olsa da ‘yakalanamayan’ bombacılar nedeniyle tümden devreden çıkmadı.

Seçimden koalisyon çıkması halinde, YSK’nın kararına rağmen yasa çiğnenerek sandıkların birleştirilmesi epey işe yarayabilir ve Saray için “seçimi iptal” gerekçesi olabilir.

 Her iki olasılığı da şu andaki geçici hükümetin en az bir yıl daha iktidarda kalması hedefiyle masada tuttuğunu düşünüyorum.

Tabi bu durumda ülkenin yönetilemez hale gelecek ama belli ki, şu ana kadar iyi yönettiğinden emin olan ‘o akıl’ askeri de kontrol altında tuttuğuna inanıyor. TSK’nın NATO ordusu olduğunu ve Ortadoğu’daki gelişmeleri unutarak… Gerçi AKP’nin biriken dosyalarına bakılırsa, bu olasılıkları denemekten başka da çareleri kalmamış görünüyor.

Maalesef, gidişat hiç iç açıcı değil. İktidarı paylaşmamak uğruna ülkeyi ateşe atmakta ısrarlı olurlarsa “ara rejim” ihtimali sanılandan çok daha hızla devreye girer. Umarım AKP’liler, ‘üst akıl’ın vesayetini kırar ve kendilerini de ülkeyi de kurtarırlar.

Aksi halde bu ülke kimse için yaşanabilir olmayacak.