Göstericiler “Her yer Taksim her yer direniş” diye bağırırken ben Ankara Sakarya’da bir barda üçüncü biramı yudumluyordum. Aslında daha erkendi bira içmek için. Zira içmeye akşam sekizden sonra başlardım ama günüm günümü tutmuyordu. Kaldı ki ayda yüz kere içkiyi bıraktığımı söylüyordum lakin içmediğim gün de yok gibi bir şeydi. Tutarsızdım yani. Ama göstericiler de haklıydı. Direnmek lazımdı. Ne o öyleydi! Direnmeden sorunlar çözülür müydü?

Kaldı ki daha birkaç gün önce bu yönde tiwit bile atmıştım! Yine kafam bir milyondu. Dolmuşa biniyorum diye taksiye binmiş, önümde oturan şoföre “Birader şurdan bir kişi uzatır mısınız” demiştim. Elbette ki şoför uzatmamıştı fakat ben konuyu uzatınca şoför beni müsait bir yerde indirmiş ve kimliği belirsiz bir otomobille eve dönmüştüm.

Eve kendimi atar atmaz ilk işim direnmeye dair bir tiwit atmak olmuştu! İnsanın kafası kıyak olabilirdi. Dolmuş yerine taksiye de binebilirdi ama vaktinden önce karga tulumba arabadan indirilemezdi. Direnmek lazımdı. Belki ben direnememiştim ama bundan sonraki kuşaklar direnmeliydi. Yaşasın direnmekti.

Kaldı ki ben sosyalliği çok seven biriydim. Sosyaldim yani. Sosyalimdir. A sosyala karşıyım bir kere onu söyleyeyim. A sosyal neymiş. Bu çağda, insanlar şeye çıkarken, A sosyal olmak akıl karı değildir. Bu sebeple birçok konsere gitmişimdir mesela. Hiç unutmam bir keresinde Grup Yorum’un konseri vardı. Herkes tiwit atıyordu ben de atmıştım. Grup Yorum’u desteklemek, konsere gitmek lazımdı. Nasıl da bir gün öncesinden sadece 4 bira içip konsere gitmek için hazırlık yapmıştım. Her ne kadar benim gittiğimde Ankara 19 Mayıs Stadı bomboş, bir Allahın kulu ortalıkta yoksaydı da bu konsere gelmeyenlerin sorunuydu! Hem bu konuda benden çok konserin İstanbul’da yapılacağını tiwitinde belirtmeyenlerin sorumluluğu çok daha büyüktü.

Sosyal olmak aynı zamanda okumakla ilinti bir şeydi. Okumak kadar dünyada güzel bir şey yoktu. Örneğin ünlü bir yazar, yazar da olmayabilir tam emin değilim, okuma ihtiyacı barut gibidir, bir kere tutuşunca artık sönmez demişti. Şimdi bunu niye belirttim tam bilmiyorum ama ben mesela en son kitabı lise 1’deyken Mekanik öğretmenimizin “Çocuklar yarın yazılı yapacağım, mutlaka çalışın” dediğinde okumuştum. O zamanlar kitapta bir cisim vardı saatte 200 kilometre hızla aşağı inerken nasıl da süzülüyordu. O cismin modül ağırlığı yazılı sorusu olarak karşıma çıktığında nasıl da sevinmiştim bilemezsiniz. Ben de bilememiştim ama okumak zaten her şeyi bilmek demek de değildi! Okumak heyecanlanmaktı! Ben de heyecanlanmıştım işte.

Bir de okumak tarihi bilmekti. Bugüne kadar ki 1 Mayıs’larda neler olmuştu mesela? 1 Mayıs’a neden işçi bayramı denmiş ve bu Taksim ısrarı nedendi? Bilmek lazımdı. Kahvede, cafede, birahanede hep bunları konuşuyordum ben. Sorguluyordum! Sürekli etrafıma bilgilerimi anlatıyordum! Genelde rakıyı sulu içerdim ama susuz içtiğim zamanlar daha çok anlatırdım.

Bir hafta önceki 1 Mayıs’ta mesela hazırlığımı erkenden yapmıştım. Gitmek lazımdı tabiiki de. İşçileri, emekçileri yalnız bırakmamak lazımdı. Her ne kadar Taksim İstanbul’da olsa da bu işin İzmir’i Ankara’sı, Adana’sı da vardı. Tiwit bile atmıştım geceden “1 Mayısta Taksimdeyiz” diye. Gerçi tiwit attığım günün 1 Mayıstan 2 gün sonra olduğunu 3 gün sonra öğrenmiş olsam da bu işin önümüzdeki senesi de vardı! Kaldı ki bu sene bırakın Taksim’i normal Sıhhiye’ye bile gidememiştim ama ileriki yıllarda mutlak gidecektim. Öyle söz vermiştim kendime ve tiwitime.

Her neyse, daha çok yazarım ama fazla sosyallik insanı yoruyor. Hem her şeyin bir sınırı var. Bilsem ki daha fazla yazınca insanlar daha fazla sosyalleşiyor sabaha kadar yazarım. İçmem bile. Altılıya ara verir, birahaneye de gitmem. Evde içerim yani. Zira halkları da severim. Halkların kardeşliğini, halkların özgürlüğünü, halkların şeysini… Hepsini severim…