"Genelkurmay bildirisi 22 Şubat Pazar günü yayınlandı (...) Ertesi gün sabahın erken saatinde çaldı telefonum. İstanbul Vali yardımcılarından biri arıyordu (...) Valiliğe beklediğini bildirdi (...) /İçeri buyur ettiğinde, odasında biri bayan iki kişi daha oturuyordu (...) "kendisinin yakınları olduğunu, sohbetimizde hazır bulunmalarında bir mahzur görüp görmediğimi" sordu. 'Mahzur görmediğimi' söyleyip oturduğumda zaten ortamın nazikliğini kavramıştım (...) Vali Yardımcısı, 'Hrant bey' diyordu 'daha dikkatli haber yapmanız gerekmez mi? Sonra böyle haberlere ne gerek var? (...) Hayır, biz sizi biliyoruz ama sokaktaki adam ne bilsin? Bu tür haberleri başka bir niyetle yapıyorsunuz sanabilir... Odadaki misafirlerden erkek olan (...) dikkatli olmamı, ülkeyi ve ortamı gerecek girişimlerden kaçınmamı telkin ediyordu. Beni hangi amaçla oraya çağırdıkları belliydi. Haddimi bilmeliydim. Dikkatli olmalıydım. Yoksa iyi olmazdı!"

Bunlar, Hrant Dink'in ölümünden bir süre önce yazdığı "Niçin hedef seçildim" yazısından satırlar...

Dün, Yeni Şafak gazetesinin "Utanç Sayfası" olarak verdiği haberde, ilgili savcı Hrant Dink'e aba altından sopa gösteren o kişiler (MİT görevlileri) hakkında soruşturma yapılması gerektiğini söylüyor, ama dosyanın zaman aşımına uğradığını ekliyordu...

Utanç sözü bile az...

Tehdit eden MİT'çiler, katille hatıra fotoğrafı çektiren askerler, cinayet ihbarını sümen altı eden albaylar, komiserler, cenaze törenlerinde Hrant'ın ölümüne övgü düzen generaller... Şu ya da bu yolla, şu ya da bu şekilde, şu ya da bu gerekçeyle hepsi koruma altında, hepsi ana dosyanın, işin dışında...

İtinayla, dikkatle, titizlikle dışında...

Sadede gelelim, devletin Dink cinayetiyle ilgili nihai kararı, mahkemelerin Samast, Hayal ve Tuncel'le ilgili verdiği ve vereceği kararlar değildir. Devletin asıl kararı, savcının MİT'çilerle ilgili zaman aşımı kararında gizlidir. Yargının Trabzon'da, Samsun'da "diğer oyuncular"la ilgili verdiği kararlarda saklıdır.

Her gün temizlikten söz edilen, her gün temizlik yapıldığı iddia edilen ama bu kadar kirli bir ev gördünüz mü siz, hiç?

"Vicdanlılar", karşılaştıklarında Hrant Dink'e ne diyecekler acaba?

"Yapamadık, bulamadık, izledik mi" diyecekler...

Senin yazdığın, işaret ettiğin ölüm dalgasının ilk esintisini bile koruma altına aldı devlet, biz de öylece baktık, bakmak zorunda kaldık mı diyecekler?

Hrant onlara hafif kalkan kaşı ve müstehzi gülümsemesiyle bakacak...

"Vicdanlılar" ezilecekler, küçülecekler...

Ve asıl hüküm o an, o zaman verilecek...

Bir süre önce MİT' müsteşarına bir soru sormuştum.

Yanıt da gelmedi, ses de çıkmadı...

Şaşırtıcı değil, malum, açık mektupların, açık soruların tasvip edilmediği bir dönemi soluyoruz, olsun, tekrar soruyorum:

MİT'in yeni müsteşarı yeni rejimin, yeni dönemin, demokratikleşme devrinin temsilcisi olmak durumunda değil mi? İşlerinden birisi istihbaratı demokratikleştirme, kuralları içinde temizlemek değil midir?

Bu konuda ne yaptı, ne yapıyor? Ordu bile kendi içinde temizliğe girişmeye çalışıyor. Peki MİT, o kara kutu?

Soğuk savaşın, Susurluk'un, Çorum, Maraş, Sivas katliamları, Kürt meselesine bağlı ya da diğer faili meçhul cinayetlerin içerideki tanığı... Bunlarla ilgili ciddi bilgilere sahip, ama tarafsız bir gözlemci gibi olup biteni seyreden, bu işlere karışmış suçluları kendi istihbaratı için kullanmakla yetinen o yapı...

Yanıtı bekleyen sadece ben değilim tüm ülke...

Yanıta Dink meselesiyle başlayabilir müsteşar...

Dink cinayetiyle ilgili MİT'in elinde ne bilgiler var? MİT Agos'u ve sağlığında Dink'i izliyor muydu? Öldürüleceğini biliyor muydu? Cinayet anıyla ilgili bilgiye sahip mi?

En önemlisi: Dink'i tehdit eden MİT'çileri kim ve neden görevlendirdi?

Yarısı temiz yarısı kirli beden olmaz...

Hele Hrant'la böyle hiç karşılaşılmaz...