Türkiye’de bir ilk uygulama gibi görünebilir, Nusaybin’de Valinin tüm yetkilerinin operasyonları yöneten komutana devredilmesi.

Uygulama yeni değil. Sıkıyönetimlerde ve askeri darbe dönemlerinde çok uygulanmış bir yöntem, Valinin asker olması.

Karar mekanizmasının askere verilmesi.

Nusaybin’de uygulanacak asıl ilk bu değil. Türkiye’de İlk olan, ilk kez uygulanacak olan, binaların uzaktan silahla yıkılması kararı. Kararın gerekçesi, binaların “teröristlerce” bombalarla tuzaklanmış olması. Polis ve askerlerin yaşamlarının tehlikeye atılmaması. Siviller için aynı hassasiyetin gösterildiğini söylemenin mümkün olmadığı coğrafyada yapılacak her türlü işlem normal karşılanır oldu.

Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı yerleşim bölgelerinde binaların yıkılması işi yeni değil. Ancak bu güne kadar yaşanan yıkımların “teröristlerce” yapıldığı, çatışmalar sırasında istenmeden yaşandığı söylemleri vardı.

Nusaybin’de polis ve asker ölümlerinin artması, bu yönteme başvurulmasının nedeni olduğu söyleniyor. Bu yöntemi ilk öneren MHP lideri Devlet Bahçeli olmuştu. “Taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmasın” diyerek yapılması gerekeni işaret etmişti.

Bahçeli’nin ardından benzer açıklama da cumhurbaşkanından geldi. “Vatandaşlar ilçeyi terk ettikten sonra zaten oturulamayacak duruma gelmiş binalar uzaktan yıkılabilir” diyerek bu tür uygulamaların önünü açmış oldu.

Bu açıklamaların hemen ertesinde Valinin yetkileri operasyon yapan birliğin komutanına devredilerek yapılacak uygulamalara başlanacağının işareti de verilmiş oldu.

Nusaybin’de 90 bin kişilik nüfusun yaklaşık 60 bini, operasyonlar başladığında ilçeyi terk etmişti. Kalan 30 bin kişinin ilçeyi terk etmesi için 3 günlük süre tanınacağı ve yaşam koridoru açılacağı söylentiler arasında. Bu konuda henüz resmi açıklama yapılmış değil.

Eğer bu uygulama başlarsa ki öyle görünüyor, Nusaybin’in de ikinci Sur olması için önünde engel kalmayacak. Sınır kenti olan Nusaybin, resmi yetkililer için her zaman sorun olarak görülmüş bir ilçeydi. Yıkılıp tamamen yok edilmesinin düşünüldüğünü söylemek boş bir söylem olmayacaktır.

Operasyonların başlayacağı söylentilerinin çıktığı günlerde yetkililerce söylenenler, Nusaybin’de yaşanacak olanları özetler gibiydi. İçişleri bakanı Efkan Ala, “Yük­se­ko­va­’da 600, Nu­say­bi­n’­de ise 200 ci­va­rın­da te­rö­ris­tin ko­nuş­lan­dı­ğı yö­nün­de is­tih­ba­ri bil­gi­le­re ula­şıl­dı. Sur, Ciz­re ve Si­lo­pi­’de ağır ka­yıp­lar ve­ren PKK’­nın Yük­se­ko­va ve Nu­say­bi­n’­e cid­di mik­tar­da si­lah-mü­him­mat yı­ğı­na­ğı yap­tı­ğı ve ça­tış­ma or­ta­mı ya­ra­ta­ca­ğı sap­tan­dı.” Diyerek bu bölgelerde yaşanacakları özetliyordu.

Bu açıklamalar, ileride yaşanacak ölümlerin ve yıkımın büyük olacağını önceden duyuruyor, insanları, ölüm ve yıkımlarda sayısal büyüklüklere hazırlıyordu.

Devletin, savaş uçağı hariç tüm gücünü ve silahını kullanmasına rağmen operasyonların ilk günlerinde asker ve polis olarak büyük kayıplar vermesi, kayıpların daha çok tuzaklamalardan olması, daha sonra da Nusaybin’in yıkım kararının verilmesi beraberinde şüpheli birçok soruyu da getiriyor.

Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı diğer yerleşim bölgelerine göre fiziki olarak operasyonların daha rahat ve sorunsuz yapılabileceği yer olan Nusaybin’de askeri ve polis kayıplarının çok olması ve yaşanan başarısızlığın sebebi ne olabilir diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Kayıplar bilerek mi arttırılıyor? Tamamının yıkımı için bahane mi yaratılıyor? Gibi sorular dolaşıyor kafamızda.

İlçeyi terk etmemiş 30 bin civarında sivilin ne olacağı henüz kaydıyla belli değil. İlçeyi terk etmeleri için anonslar yapılacağı, geçiş koridorunun oluşturulacağı söyleniyor. Ancak Cizre deneyimi, bodrumların bir türlü boşaltılmasına izin verilmemesi, boşaltılması için gerekli yaşam koridorunun açılamaması/açılmaması, bu konuda endişelenmemizi haklı çıkaran ölçeklerden.

Sokağa çıkma yasakları ve operasyon uygulamalarına genel anlamda baktığımızda, sırayla gidiş var. Operasyon yapılan yerleşim alanlarının sayısı 20 civarında. Devletin gücü, hepsine aynı anda, birlikte operasyon yapmaya yetmiyor muydu? Sorusunu da aklımıza getirmekte.

Neden sırayla yapılıyor?

Neden operasyon yapılacak yerleşim bölgeleri daha önce duyuruluyor?

Devlet güçleri karşı tarafın yeteri kadar hazırlık yapması mı bekliyor/istiyor?

Ordu, gerek silah ve donanım gerekse sayı ve savaş gücü açısından dünyanın sayılı orduları içerisinde ilk ona girebilecek düzeyde. Polis ve jandarma gücü de aynı boyutlarda.

Bu güce rağmen sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar neden aynı zamanda başlatılmadı?

Nusaybin’de valilik yetkilerinin askere verilmesi çok önemli değil. Zaten operasyon yapılan tüm bölgelerde yetki fiili olarak asker ve poliste. Operasyonlar yapılırken, binaların yıkımı, insanların öldürülmesi için Valilikten izin alındığını sanmıyorum.

Bu fiili durumun neden resmileştirildiğini merak ediyorum.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin önerisi cumhurbaşkanınca kabul görmesinin ardından fiili durumun resmiyete geçirilmesi elbette biraz da olsa garip görünüyor. Resmiyete dökülmeden de yapılabilirdi. “Gerektiğinde mevzuatın bir yana koyulduğu” zamanlar içerisinde geçerken, sokağa çıkma yasakları sırasında hukuk kalmamışken, iki yaşındaki Esra bebeğin ölümüne neden olup tek özür, tek utanç yaşanmamışken mevzuatın uygulanmaya çalışılması şaşırtıcı oluyor.

Diğer bölgelerde yaşanan yüzlerce sivil ölüme Nusaybin’de binlerin eklenmesi gibi bir endişe yerleşiyor yüreklerimize.

Şiddet güçsüzlükten doğar.

Güç azaldıkça şiddet artar.

Şiddet uygulayanlar, en güçsüz dönemlerde en büyük katliamlarına imza atmışlardır. Katliamlar büyümeden/büyütülmeden gerekenin yapılması, engel olunması, kalkan olunması gerekmektedir. Aksi takdirde yüreğimizin insan tarafı hep acıyacaktır.