"İnsana yapılacak en büyük kötülük, onu bir umudun içine hapsetmektir" diyor Fransız düşünür Jean François Lyotard.

 

Türkiye’de 12 yıllık AKP iktidarı döneminde yapılan icraatlara baktığımızda her seferinde Fransız düşünürün ne kadar haklı olduğu geliyor aklıma.

 

Başbakanın CHP lideri Kılıçdaroğlu ile görüşmesi, Beşir Atalay’ın ABD başından beri işin içindeydi demesi, Avni Özgürel’in Kandil ziyareti sonrasında memleketteki barış umudu yeniden filizlendi. İklim yine Akdeniz’e döndü diye yazan köşe yazarlarından birkaç ay içinde PKK silah bırakacak diyen haber analizcilerine kadar her türlü yoruma rastlayabiliyoruz. İnsanların barışa dönük umutlarını yitirmemesi çok önemli ve sevindirici bir gelişme. Ama umut eğer önümüzdeki fotoğrafın tümünü görmemizi engellerse o zaman bizi içine hapseder.

 

Sayın Başbakan ve AKP’nin birçok yetkilisi bugüne kadar Kürt sorunu üzerine defalarca fikirlerini beyan ettiler. Bunların en umut verici olanı Başbakan’ın 12 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmaydı. Başbakan meşhur açılımının sinyalini orada vermişti. Sorunu Kürt sorunu olarak tanımlamış bunun bütün milletin ve en başta da kendi sorunu olduğunu söylemişti. Sorunu daha çok demokrasi daha çok vatandaşlık hukuku daha çok refahla çözeceğini Diyarbakırlıların huzurunda tüm ülkeye deklere etmişti. Bu konuşma ben dâhil herkesi çok umutlandırmıştı. Ancak aynı Başbakan 2006 da New York’ta "Kürtlerin hak derdi yok!” dediğinde umutlarımız birazcık zedelendi. Aslında Başbakanın esas görüşlerinin Diyarbakır’da söyledikleri olduğunu New York söyleminin ise ya bir dil sürçmesi ya da yine Askerin nabzını düşürmek için söylenmiş bir söz olabileceğini sandık. Memlekete ha bu kış, ha gelecek kış barış gelecek umutları içimizde yeşerirken birden aynı Başbakan 2008 yılında Hakkâri’de çıktı karşımıza. Bu sefer de faşist diktatörler gibi konuştu. "Tek bayrak, tek vatan, tek millet anlayışına karşı çıkıyor ve sevmiyorsanız o zaman gideceksiniz" dedi. En az başbakan kadar bu ülkede yaşama hakkı olan insanlara. Ardından KCK operasyonları da iyice şiddetlenince içimizdeki umuda da balyoz inmiş oldu.

 

Tam artık çözüm olanaksız derken bu sefer bizi Habur sürecine götüren Kürt açılımı tekrar gündeme girdi. Ve umutlarımız yeniden filizlenmeye başladı.

 

Kürt açılımında başbakanın isim konusunda her ne kadar kafası karışık olsa da hem Kandil’de hem İmralı’da görüşmeler sürüyordu. Gerillalar da kapıdan içeriye tutuklanmadan girince artık iyice umutlarımız yeşerdi. Ve bu sefer gerçekten haklı olarak barış geldi gelecek dedik. Nereden bilebilirdik ki gelenlerin daha sonra tutuklanacağını ve yıllarca ceza alacağını Ancak tahminlerimiz yine tutmadı. Hükûmet tarafından yine kandırıldık. Oslo süreci de boşa çıkıp KCK operasyonları artık toplumun tüm muhalif seslerine uzanınca büyüdük ve AKP hükûmeti bize temkinli olmayı öğretti.

 

Fotoğrafın tamamına bakıp mevcut iktidarın 2005 yılından beri Kürt sorununun çözümü için neler yaptığını sorguladığımızda ne yazık ki karşımıza çözüm için değil de sorunu daha da kangrenleştirmek için birçok icraatta bulunduğu görülüyor.

 

Hükûmet Kürt halkının sesini mecliste duyurabilmesi için yüzde 10 seçim barajını indirmedi. Ama kılı kırk yararak meclise girmesini başaran Kürt milletvekillerine yapmadığını bırakmadı. Seçilenlerin sadece konuşmalarından dolayı haklarında yüzlerce yıla varan cezalar istendi ve hala her gün haklarında yeni davalar açılıyor. Partileri kapandı meclis gurupları dağıtılmaya çalışıldı. Milletvekillikleri düşürüldü. Tutuklu milletvekillerin serbest bırakılması için hiçbir adım atılmadı.

 

Emniyet teşkilatı Kürtleri esir alma kurumuna dönüştü. Cezaevleri Kürtler için toplama kampları haline geldi. BDP’nin tüm teşkilatları neredeyse cezaevine taşındı. Haziran başından beri gözaltına alınanların sayısı 300’ü geçti. BDP Bingöl milletvekili İdris Baluken’in açıklamasına göre şu anda toplam 6 milletvekili, 32 belediye başkanı, yüzlerce il genel meclis başkanı, il genel meclis üyesi, belediye meclis üyesi, belediye çalışanı ve 7 binin üzerinde parti çalışanı tutuklanarak cezaevine konmuş durumda. Artık sadece BDP için değil tüm muhalif sesleri kapsamına alan bir hal aldı KCK operasyonları. Bugün yine bir yerlerde BDP’lilerin ya da AKP ye muhalif olan aydınların güvenlik kuvvetleri tarafından esir alınacağını sabahın ilk saatlerinde gazetelerden öğreneceğiz. Akşam saatlerindeki yandaş medyanın ana haber bültenlerinde soğuk savaş döneminin üslubuyla neden tutuklandıklarını öğreneceğiz.

 

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin kaldırılması Sayın Bülent Arınç’ın birkaç saat önce ifade ettiği gibi 4. yargı paketinde de olmayacak. 5.’sinde de olacağını sanmıyorum. Ama Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri deli saçması iddianamelerle insanları yıllarca tutuklu yargılamaya ve sadece puşi taktığı için bile yıllarca ceza vermeye devam ediyor. Yine her ne kadar anadil bir onurdur dese de hükûmet, insanların mahkemelerde anadillerinde savunma yapmalarına bile tahammül edilmiyor. Adalet bakanlığı da KCK davasının sanık avukatlarına soruşturma izni verdi.

 

Bu iddianameleri öyle hazırlayanlar da başbakanın dediği gibi özel yargı bürokrasisi değildir. İddianameleri hazırlayanların bilhassa içişleri bakanlığına bağlı emniyet teşkilatı olduğunu bu mahkemelerde yargılananlardan biri olarak ben de, yine yargılanan herkes de çok iyi bilir. Dolayısıyla Sayın Başbakan’ın bağımsız yargı söylemi bugünün Türkiye’sinde bir gaftan ibarettir.

 

Cezaevlerinden her gün işkence haberleri gelmekte; tutuklu Kürt çocukları içeride tecavüz de dâhil her türlü insanlık dışı uygulamalara maruz bırakılmakta. Roboski de yaşanan katliam için hala hükûmet tarafından elle tutulur bir adım atılmadı. Tam tersi Sayın Başbakan ve hükûmet yetkililerinin bu konudaki söylemleri Roboskili ailelerin ifadesiyle onları her gün bombalıyor.

 

Silahlı Kürt direniş hareketi defalarca ateşkes ilan edip eylemsizlik pozisyonuna geçmesine rağmen askeri ve siyasi operasyonlar durdurulup bir barış ortamı yaratılmadı. Sınır ötesi operasyon tezkeresi her yıl yeniden uzatıldı. Dağlardan asker ve gerilla cenazeleri gelmeye devam ediyor. Barış üzerinde ciddi bir rolü olabilecek PKK liderinin üzerindeki tecrit daha da ağırlaştırıldı. Avukatlarıyla görüştürülmediği gibi birçok savunmanı da şu an cezaevinde. Adalet bakanlığı KCK operasyonları ile tutuklanan Kürt tutsakların kendilerini savunmalarına izin vermediği gibi avukatlarına da soruşturma izni verdi. İnsanların en temel hakkı olan savunma ve savunulma hakkı AKP iktidarı döneminde Kürtler ve sol muhalefet söz konusu olunca ayaklar altına alınıyor.

 

Ve yine muhalif sesiyle bilinen Ayşenur Aslan’ın CNN Türk’te yayınlanan Medya Mahallesi programı erken tatile çıkartıldı. Son dönemlerin üslubu olan tatile çıkarmanın aslında programa son verildiği anlamına geldiğini de AKP iktidarı döneminde Medya üzerinde uygulanan sansürden öğrendik. Sebebinin de birçok kalemin barış için bir kilometre taşı olarak gördüğü Avni Özgürel’in programa konuk olup Kandil mesajlarını vermesi olduğu söyleniliyor.

 

Görüldüğü gibi Hükümet’in Kürt sorununu çözmek gibi bir planı yok. Ama insanları bir umuda haps ederken toplumu örgütlü muhaliflerden arındırmak ve bir korku imparatorluğu kurmak gibi bir hedefinin olduğu icraatlarından, söylemlerinden anlaşılıyor.

 

Değerli okuyucular beni bağışlasın. Bu hükümetin Kürt sorununu çözeceğine dair bir umudum kalmadı. Umarım yanılırım. Ancak Türkiye’nin batısında da örgütlü olabilecek bir sokak hareketi gerçekten barış için bir kilometre taşı olacaktır. Türkiye’nin suskunluk yerine Yunanistan'da 1974'te cuntanın düşüşünün hemen ardından gerçeklesen ilk Theodorakis konseri gibi konserlere ihtiyacı var.