Adalet Bakanı açıkladı, başbakan vurguladı, yeni bir paket geliyor, bir iyileştirme paketi... Terörle Mücadele Yasası'nda, Türk Ceza Kanunu'nda eleştirilen kimi maddelere el atılacak...

Ne var ki, bunlar arasında tutukluluk süreleri meselesi yok...

Oysa Türkiye'nin son dönemlerde yaşadığı sıkıntılar, aldığı eleştiriler önemli ölçüde bu meseleyle ilgili...

Tutuklulukların özellikle tartışıldığı davalar, doğal olarak siyasi nitelikli olanlar.

Ve bu tür üç ayrı dava serisi var.

Bunlardan birincisi, Ergenekon ve türevleriyle ilgili...

İkincisi özellikle KCK soruşturmaları üzerinden Kürt sorunuyla ilgili...

Üçüncüsü ise askerlerle ve orduyla ilgili...

Bu dava serilerinin özellikle ilk ikisi ülkede yaşanan "demokratikleşme" süreciyle doğrudan ilişkili davalar olduğu, hatta bu sürecin asli araçları işlevi gördüğü ortada.

Demokratikleşme sürecinin elbet baskın bir iktidar çatışması yönü de var. Söz konusu yargısal süreçler bu anlamda hem temizlik ve ayıklanmayı kuşatıyorlar hem de kaçınılmaz olarak iktidar kavgalarını içeriyorlar.

İktidar mücadelelerinin gidiş gelişleri, geri dönüşleri olur. Ve iktidar mücadelesini aşırı kuşatan, cephede siyasi süngü savaşıyla yürütülen demokratikleşme süreçleri kendi içlerinde ilke, hukuk, kural gibi konularda ciddi sorunlar üretirler.

Bugün Türkiye'de yaşanan bir yönüyle budur. Tutukluluk hâlleri, soruşturma ve kovuşturmaların hukuki niteliği üzerinden bu tartışma ülke gündeminde önemli bir yer işgal etmektedir.

Zira bu tür durumlar yargısal önlem ya da durum olmaktan çok, politik bir tutuma, ipleri gergin tutma ve gevşetmeme politikasına işaret etmektedir.

Nasıl?

Biliniyor ki, siyasi iktidarın endişelerinden birisi hukuk ve ilkeyle ilgili yapılacak bir düzenlemenin iktidar mücadelesindeki konumu açısından olumsuz sonuçlar vermesidir.

Örneğin milletvekillerinin tahliye edilmesiyle ilgili bir düzenleme. Hükümet açısından muhtemelen bu düzenlemenin tüm davaları etkilemesi ve tahliyelerle "karşı güç"ün yeniden etkin hâle geçmesi riskini taşımaktadır. Buna siyasi iktidar açısından değişimin ya da sivil demokratik düzenin tam olarak konsolide olmadığı düşüncesini, geri dönüşlerin yaşanabileceği kaygısını eklersek, tutukluluk hâllerinin, bir sorun olarak bir süre daha devam edeceğine şüphe yoktur.

Ancak şu da açıktır ki, siyasi iktidar bu sürecin kimi noktalarda kendisine zarar verdiğinin farkındadır. Zarar algısı şu aşamada ülkenin otoriter bir yola kaydığı iddialarından çok, devlet içi ilişkilerin normalleşmesidir.

Dolayısıyla genel tutumunda farklılıklar, farklı standartlar oluşabilmektedir. Örneğin Ergenekon ve KCK'yla ilgili hükümet mevcut durumun sürmesinde kararlı görünürken, Başbakan'ın Balyoz davasında muvazzaf general tutuklularıyla ilgili memnuniyetsizliğini "generallerden hangisi suçlu hangisi değil ortaya çıksın, bu davalar hızla bitirilsin" diyerek kamu önünde zaman zaman dile getirdiğini görüyoruz.

KCK konusundaki tutukluluklarla ilgili hiçbir sorun yaşanmamasına karşılık, Başbuğ söz konusu olduğunda gerek Başbakan'ın gerek Cumhurbaşkanı'nın yargıyı etkileyecek düzeyde bir vurguyla "tutuksuz yargılansın" ya da "Yüce Divan"da yargılansın dediklerine de tanık olduk...

Siyasi iktidar bu parçalı davranışını düzene sokabilir mi?

Başka bir ifadeyle bazı düzenlemelere demokratik rötuş yapabilir mi?

Sıcak politika dengelerine bakarsak, kısa vadede sanmıyoruz.

Ancak bu tür çelişkiler siyasi iktidarı her geçen gün kuşatacaktır.

Türkiye'nin değişim sürecini, gayrimeşrunun yargılanması ve temizlenmesi sürecini, ana tutumundan taviz vermeden, ama demokratik ilkelere ve özgürlük prensibine göre yeniden gözden geçirmesi her geçen gün zorunlu bir durum hâlini alıyor ve daha çok alacaktır.