"Alınıp incinmeyin, Fujimori'yi yazdım."

Hayır bayım! Hiçbir şey kurguladığın gibi olmayacak. Yaşadığımız her şey milleti uyutma kürsüsü yaptığın tabutun, önünde diz çöküp azarlanmaktan çekinen çocuk edasıyla sessiz sedasız ağlayan babanın kederi kadar kahredici olsa bile...

Erdoğan, ''Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır, ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişilmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir" diye konuştu.

Memleketin doğusu ister kabul edilsin ister edilmesin diyerek özerk Kürt yönetimlerini (öz yönetim) kurarken, batıda da bunun nispetini Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yaptı, "yönetimde fiili gücüm var, şimdi size düşen bunu anayasal kılıfına uydurmaktır" diyerek kendi öz yönetimini ilan etti.

Bazen bir olayın ne olup olmadığını anlamak türevlerine bakmayı gerektirir. Çünkü talihsizlikler ya da trajediler birbirinin devamı olmasa da tekrarıdır. Bu bakımdan Tayyip Erdoğan'ın savaşın ganimetleri üzerine kurguladığı kendini başkan tayin etme pratiğini anlamak için dünyadaki örneklerine bakmakta fayda görüyorum.

Böylelikle günü birlik yaşadığımız fiili mahrumiyeti, başka insanların yaşayıp geride bıraktığı mefhumuyla değerlendirip bir nebze ders alabiliriz.

İlkin Prof. Mehmet Altan'ın dikkatleri üzerine çektiği Fujimori örneği, Türkiye'de sergilenen ayak oyunlarının olmuş bitmiş halidir.

Alberto Fujimori; 1990 – 2000 tarihleri arasında görev yapmış Japonya asıllı Peru devlet başkanı. Devlet başkanlığı sırasında önemli ekonomik reformlar yapmış, baskıcı bir idare kurmuş, insan hakları ihlallerinde bulunmuş ve solcu hareketlere karşı yargısız infazlar gerçekleştirmiştir.

Fujimori, Peru’daki güçlü sol devrimci harekete karşı sert önlemler alır. Örgütlerin önde gelen üyelerine suikast, örgüte destek verildiğinden şüphelenilen köylerin boşaltılması ve köylülerin tutuklanması, örgütlerin üyesi olduğundan şüphelenilenlerin tutuklanmaksızın yargısız infaz edilmesi gibi sayısız uygulamaya onay verir.

Terör bahanesine meclisi yok edip tek başına bir diktatörlük rejimi yaratmış, Aydınlık Yol hareketinin yok edilmesi ile koltuğunu sağlamlaştırmış ve yıllarca halkını terör ile korkutup her türlü yolsuzluğa ve pisliğe adını bulaştırmış bir zattır.

Tayyip Erdoğan'ın bir bakıma taklidini yaptığı baskıcı Fujimori diktasının tahkim ettiği güvenlik anlayışı bugün ülkemizde sergilenen savaş taktiğinin farklı bir konseptidir. Köylerin boşaltılması, köylülerin tutuklanması, terör örgütü üyesi denilerek sivil insanların sokaklarda infaz edilmesi gibi uygulamalar ise vahşette sınır tanımayan benzerliğin resmidir.

Bugünlerde bir oldu bittiyle içine düştüğümüz "tercihi" savaş durumu, Fujimori örneğinde bahsedildiği üzere savaşın ötesinde bir mânâ taşıyor. Esasında bir demokrasi sorunu olan siyasal olayları silaha havale ederek "terör korkusu" yaratmak, bununla da bir çeşit dokunulmazlık zırhına bürünmek, yolsuzluk soruşturmalarından sıyrılarak "Yavuz hırsız ev sahibi bastırır" durumuna benzer bir tablo yaratmak ve en nihayetinde şaşalı bir diktatörlükle taçlandırmak...

Tabi burada AKP iktidarına hakkını teslim etmek gerekir ki; şiddet onların icat ettikleri bir şey değil, zira bir TC klasiği olarak şiddet ve kirli savaş hep var oldu. Denebilir ki AKP güvenlik politikalarını daha geniş bir yelpazede sürdürmenin araçlarını elinde tutmanın verdiği keyfilik ile daha bir pervasız oldu.

Şiddet politikalarıyla ülkedeki siyasi duruma hakim olan Fujimori 1995 yılında yapılan seçimleri de kazanacaktır. Fujimori, devlet başkanlığındaki ikinci döneminde 1980 – 1995 yılları arasında işlenen insan hakları suçlamalarıyla ile ilgili genel af ilan ederek özellikle ordu ve polis mensuplarını affeder.

"Mili ordumuza kumpas kuruldu" diyerek Ergenekon ve Balyoz davalarında hüküm giyen ordu mensuplarının tahliye edilmesinin örneğini de daha evvel Fujimori sergilemiş. Tahkim edilmiş bir diktatörlük için silahlı güçlerle ittifak şart, bunu en iyi Fujimori biliyordu.

O da kendi kaderini ve ikbalini, ülkenin kaderi diye sundu. Onun da ileriye dönük, kendi gölgesinde yaşam bulan vizyon projeleri vardı. Kendisi için bir gelecek tasavvuru olmadığını, her şeyi ülke menfaatleri adına yaptığını söylerdi. Milli nutukların aslını, demagojinin alâsını o yapardı.

Demokrasiyi ve parlamenter yönetim şeklini, kendisine tabi olduğu ölçüde geçerli sayan Fujimori, yanında tuttuğu askeriyle, kendi düşüncelerini halkın geleceği gibi sunan medyasıyla, muhalefetin bertaraf edilmesi ve kendisine hiçbir surette dokunulmaması için emre amade yargısıyla, Türkiye için geçmişe tutulan siyah beyaz bir projeksiyon işlevi görür.

Fujimori’nin sonunu getirecek skandallar 2000'lerin başında ortaya çıkmaya başlar. Bir muhalefet partisi liderine partisine katılması için rüşvet teklif edilmesi hadisesinin ortaya çıkmasıyla benzer suçlamalar patlak verir.

Bunların arasında en öne çıkan suçlamalar Fujimori’nin "Montesinos mafyasıyla" organik bağı ve 1996 – 2000 yılı arasında 20 bin Peru vatandaşının haberleri olmadan doğum kontrol bahanesiyle kısırlaştırılması olayıdır.

Ülkenin başına gelenler hiç de yabancısı olmadığımız şeyler; başlarına çuval geçirilen hakimlerle yapılan gizli mahkemelerde oldu bitti yargılamalarla binlerce insanın cezaevlerine konulması, cezaevlerine askerlerin yaptıkları baskınlarla yüzlerce insanın öldürülmesi, gözaltında kayıplar, gerilla ailelerine yapılan baskılar...

Ulusal bir ayaklanmaya doğru tırmanan muhalefet baskısına dayanamayan Fujimori, ülkeyi terk eder. Bir süre Japonya’da yaşadıktan sonra ülke yönetimine geçmek için tekrar harekete geçen Fujimori, Şili’ye gelir ve tutuklanır.

Peru Yüksek Mahkemesi Fujimori’yi görevi suistimal etmek suçundan 6 yıl hapis ve 92 bin dolar para cezasına çarptırır. Süren diğer mahkemede ise 7 Nisan 2009 günü alınan karar sonrasında 1990’lı yıllarda örgütlediği ölüm timlerinin yol açtığı 25 yargısız infaz sebebiyle 25 yıl hapis cezası alır. 2009 yılı Temmuz ayında rüşvet vermekten 7,5 yıla, Eylül ayındaki mahkemede ise hukuk dışı yollarla haberleşmenin dinlenmesi ve gazeteci, politikacı ve sanayicilere rüşvet vermekten 6 yıla mahkûm edilir. Fujimori bu son iki suçlamayı kabul ederek, suçluluğunu itiraf eder.

Anayasal yetkilerle ülke yönetimine seçilip, anayasayı askıya alan, bu yolla da kendisini biricik karar verici olarak kabul eden Fujimori'nin akıbeti bu olur.

Parlamentoyu kapatıp askeri darbeyi referandumla onaylayan bir halk için "müstehak" dememek, diyememek var yine de... Tüm yaşanan vahşet ve adaletsizlik karşısında sus pus olmuş halkın haline acımak dışında elden ne gelir!