14 Ağustos 2014 tarihinde yapılan halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan, 14 Ağustos 2015 tarihinde Rize’de yaptığı konuşmasında; “Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır, ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişilmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir” demişti.(1)

Bu konuşmasından yola çıkarak, “yönetim sisteminin fiilen değişmiş olduğu” ve “Bu fiili durumun anayasal olarak kesinleştirilmesi” ifadelerinin ne anlama geldiğini açmak istiyorum. Hukukçu değilim, sadece mantık çerçevesinde yorumlamak istiyorum.

Yönetim fiili olarak değişmiş ise bu fiili durum yasal değildir ve anayasanın ihlali anlamını taşır. Fiili olarak değişen yönetim yasal olsaydı, bu durumun anayasaya uygunluğu da olurdu ki “anayasal olarak kesinleştirmek” gerekmezdi.

Anayasanın fiili duruma göre değiştirilmesi gerekliliğini işaret etmek mevcut durumun anayasaya uygun olmadığını, anayasaya aykırı bir durum olduğunu işaret eder.

Türkiye’nin yönetim sistemi kendiliğinden değişmediğine göre biri/birileri tarafından değiştirildi. Türkiye’nin yönetim sistemini anayasaya uygun olmayan bir şekilde fiili olarak değiştirmek, “anayasayı kısman veya tamamen tağyir, tebdil ve ilga etme” suçuna girer ki bu da TCK’nın 146/1 maddesinde tarif edilir.

Yaşadığımız süreç içerisinde gördük ki gerçekten Türkiye’nin yönetim biçimi değiştirilmiş ve uygulamalar “tek adam” modeline göre yürütülüyor.

Yasal olarak “Başkanlık Sistemi” yok. TBMM yasama ve yürütme görevinin merkezi. Ancak, uygulamalarda yönetimle ilgili her kararın TBMM dışında verildiğini, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının cumhurbaşkanlığına biat ettiğini, yürütme görevini sürdüren hükümet üyelerinin bile başbakanın değil cumhurbaşkanının emir ve komutlarıyla hareket ettiğini açıkça görebiliyoruz.

Fiili durum yasal değil.

Yeni anayasa isteğinin temelinde de bu fiili durum var. Fiili durumu yasal dayanaklara kavuşturmak isteniyor.

Yani fiili durum yasalara ve anayasaya uygun değil. Yasal değil. Uygulanan yönetim biçimi anayasaya aykırı.

4 Mayıs 2016 tarihi, fiili olarak değiştirilen yönetim biçimi nedeniyle oluşan yürütme çatlağının kırıldığı tarih oldu.

Başbakanın her dediğini yalanlayan, yok sayan ya da aksi demeçlerle başbakanı zor durumlara sokan Cumhurbaşkanı son hamlesini AKP’nin son MKYK toplantısında il ve ilçe başkanlarının atama yetkisinin başbakanın elinden alınması oldu.

Bardağa düşen son damlaydı, bardak taştı.

Karşılıklı son sözler söylendi.

Başbakan Davutoğlu; “Nefsimi ayaklar altına alırım, bir faninin terk etmeyeceği düşünülen her makamı elimin tersiyle iterim ama asla bu kutlu hareketteki hiçbir dava arkadaşımın kalbini kırmam” dedi

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise; “Önemli olan bulunduğunuz yere nasıl geldiğinizi, orada ne yapmanız gerektiğini ve hedeflerinizin neler olduğunu unutmamanızdır” diyerek cevap verdi.

4 Mayıs’ta bir buçuk saat süren toplantıda neler konuşuldu, neler istendi ya da ne tür eleştiri ve öz eleştiriler yapıldı, bilemiyoruz. Bildiğimiz ve önümüze sunulan tek gerçeklik, Başbakanın veda konuşması oldu.

Başbakan Davutoğlu’nun bugün (05.05.2016) yaptığı konuşmasında 20 aylık başbakanlığının kısa özeti, hesabı ve eleştirisi vardı. Sitemkârdı.

Başbakanlık döneminin “başarılı” olduğu konusunda vurgu yapan Başbakan Davutoğlu, son MKYK toplantısında kendisinden alınan il ve ilçe başkanları atama yetkisinin alınma biçimine kırıldığını açık bir dille ortaya koydu.

“Evvel refîk bade’l-tarîk sözü vardır. Yani yoldan önce yol arkadaşı. Ben yola çıktığım arkadaşlarımın benimle olmalarını isterim. Olmadıklarında da bana söylemelerini isterim. Son MKYK’da yaşananlar çok önem arz etmiyor. İlk imzayı ben attım.

Ancak takip edilen yöntemi refik (dostça davranış) olarak düşünmedim. Bu anlamda yaptığım istişareler neticesinde AK Parti’nin birliği için refik değişmesindense genel başkanın değişmesinin daha doğru olacağını düşündüm” diyerek kırgınlığını ortaya koyuyordu.

Diğer taraftan Cumhurbaşkanının Başbakan için “kendi tercihi” ifadesini yalanlar biçimde, “tercih değil zorunluluk” diyerek tavrını koyuyordu. (2) devamında kurduğu cümlelerde kırılmış olsa da, “tercih değil zorunluluk” ifadesiyle ayrılışının kendi isteği ile olmadığını vurgulasa da “biatın” devam edeceğini, “Erdoğan ile insani kardeşlik hukuku, parti hukuku, seçmenlerin hukuku, ülkenin hukuku, coğrafyanın hukuku” diye sıraladığı beş ilke çerçevesinde hareket etmeyi sürdüreceği” ifadesiyle ortaya koyuyordu.

Cumhurbaşkanı ile Başbakanın 4 Mayıs’ta yaptıkları uzun görüşmelerde ne konuşulduğunu bilmesek de sonuca bakınca ortaya çıkan “zorunluluğun”, yönetim biçiminin fiili olarak değişmesinden kaynaklı olduğunu görebiliyoruz.

Yapılan toplantıdan “zorunluluk” çıktığına göre, konuşmalarda baskıcı unsurun varlığını da söylemek gerçek dışı olmayacaktır.

Türkiye’nin fiili olarak değişen yönetim biçiminin nasıl yasalaşacağını da önümüzdeki günlerde oluşacak yeni hükümetin hazırlayacağı yeni anayasanın hayata geçirilme sürecinde izleyeceğiz.

____________________________________________

1. http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/08/150814_erdogan_sistem

2. http://sendika10.org/2016/05/davutoglundan-veda-hutbesi-kendine-ovgu-refiklere-sitem-erdogana-biat/