Ahmet Şık ve Nedim Şener'in tahliyesi kamu vicdanını rahatlatması bakımından son dönemlerin en önemli gelişmesidir.

İddianame ve ekleri dâhil tüm veriler bu iki gazetecinin yargılanmalarına neden olan faaliyetlerin iyi-kötü gazetecilik dışında bir şey olmadığını gösteriyordu.

Suç iddiası ise "her iki gazetecinin de Ergenekon ve benzeri soruşturmaları gruplara doğru-yanlış eleştirel yaklaşımları"ndan türetilmişti.

Bu durum, yürütülen kimi soruşturmaların rayından çıktığı, başka amaçlar çerçevesinde kullanıldığını ima ediyordu.

Tahliyeler Türkiye'nin büyük kamuoyu tarafından bu çerçevede, bu şekilde algılanmıştır.

Bu algı önemlidir...

Zira hem haksız özgürlük gasbına yönelik tepkiye işaret etmekte, hem değişim sürecinin ciddi, açık ve sistemleşmeye yüz tutan aksaklıklarına ve bu aksaklıkların sorumlularına vurgu yapmaktadır.

Ve "suç vasfının değişme ihtimali" olarak özetlenebilecek tahliye gerekçesi, mahkeme heyetinin iç politikasıyla birlikte bir "üçlü", daha doğrusu bir bütün oluşturmaktadır.

Tahliyeleri sağlayan bu üçlüdür; özellikle altını çizdiğimiz algının devlet ve siyaset koridorlarındaki hakim siyasi görüşle örtüşmesidir.

Şöyle söyleyelim:

Kanımız odur ki, bu tahliyeler MİT krizinin yarattığı çalkalanmalar, savrulmalar ve çatışmalarla yakından ilgilidir.

Nasıl?

MİT krizi devlet içinde yeni elitler ve güç odakları arası bir çatışmaya işaret ettiği kadar, bu elit ve güç gruplarından birisinin siyasi varoluşunu güvenlikçi politikalara, "otoriter koku saçan politika ve uygulamalar"a bağladığını iyice ortaya koydu. Bu durum Şık ve Şener'in durumları, Ersanlı, Zarakolu gibi isimleri de kuşatıyor.

Nitekim KCK operasyonlarında sertlik ve tüm bir siyasi alanı baskı altına alacak geniş kapsam, İstanbul'da devam etmekte olan davalarda adliyenin tahliye karşıtı tutumu ve tutuklamayı politik bir dil haline çevirmesi bu grubun açık ve kapalı mesaj ve duruşun özü olarak ortaya çıktı.

MİT krizi hükümete, bu grubun ya da yargı ve polis uygulamalarının ölçüyü aştığını, uygulamaların kendi siyasi sorumluluk hanesine yazıldığını göstermiştir.

Ve sanıyoruz ki hükümet bu yapının otoriter ve hak gasp eden uygulamalarının, kendisine yönelik eleştiri alanlarını bile "Ergenekonlaştırması"nın, o yapıyı tahkim ettiğini fark etmeye başlamıştır.

Gerçekten de, otoriterleşme ifadesi (hükümetin sorumluluğunu, ağır politikasızlık halini ve otoriter uygulamalar kapı açmasını unutmadan) bu yapıya denk düşmektedir.

Gerçekten de bu yapı operasyonlar yapıldıkça, tahliyeler geciktikçe, siyaset yerini asayiş ve istihbarata bıraktıkça beslenmekte ve güçlenmektedir.

Bu yapının bir güç kavgası nedeniyle hükümetle karşı karşıya gelmesi, bizce, bir farkına varmanın, bir kırılmanın ya da bu otoriterleşme dalgasının bir ayağının kırılmasının ifadesidir.

Gazetecilerin tahliyeleri şu ya da bu şekilde, (mahkemenin konjonktürden etkilenmesiyle, İstanbul adliye yapısı içindeki zayıf halka olmasıyla veya başka etkilerle) bu otoriterleşme dalgasına (bilinçli ya da değil) karşı hamle olma niteliğini taşıyor.

Dünden itibaren siyasetçilerin açıklamalarına, çeşitli eğilimdeki gazetelerin ve televizyonların tavrına bakarak, basit bir sağlama yapmak mümkündür.

Hükümetin memnuniyeti gözden kaçırılmamalıdır.

Ve bu demokratik bir memnuniyet olmaktan çok siyasi bir memnuniyettir.

Umarız bu düzeltmenin arkası gelir.

Değişim sürecinin ürettiği ağır ve sistemleşmek üzere olan aksaklıklar giderilir.