Sabahın uyku mahmurluğunda serçelerin sesini işitmiyorlardı. Gecelerinde baykuş sesleri yoktu.

Açlık vardı, susuzluk vardı, yalnızlık vardı, hasret vardı, kemikleri titreten belalı bir korku vardı.

Öyle bir yalnızlık ki, öyle bir bedbahtlık ki; kapılarında ekmek yiyen köpekler bile canlarını almak için diş biliyordu.

İnsan canı tatlı ya, eti de tatlıymış; köpekler insan etiyle semirmiş adeta. Eli kanlı insanların yanında diline kan bulaşmış köpek sürüleri, kurtul kurtulabilirsen.

Biz ne ettik bunlara, bunca zamandır bunları nasıl tanımadık, içlerindeki kini nasıl görmedik, bunca nefreti ne ara biriktirdiler?

Sorular bitmiyordu, acıyla birlikte daha da çoğalıyordu.

Gündüz sıcağın, tozun, toprağın esiri oldular, gece soğuğun...

Gecenin bitimsiz karanlığı biraz daha koruyucuydu, birazcık da olsa huzur veriyordu. Gündüz sıcağın ve açlığın hırpaladığı bedenler, gece yorgun düşüp asitin yaktığı midelerine kulak vermeden uyuyabiliyordu.

Sabahın seherinde mideyi kazımaya başlayan açlık, gün biterken ölü bir hal alıyordu. El küçülmüş, yüz kurumuş, gözler yuvalarında gizlenir gibi içeri kaçmış.

Bir tutam ot, yaş bir kök bulmak ümidiyle gözler toprağı tarıyor. Nafile toprak bile düşman kesilmiş.

İlahi bir ayininin müritleri gibi herkes bitmeyen bir hasretle "su" diyordu. Her yer su diyordu, her yan susuzluktan kavruluyordu.

Börtü böcek, bütün haşerat dertlerine ortaktı, bir tek etrafını saranlar bunu bilmiyordu.

Müfrezeler, subaylar, silah tutmasını bilmeyen acemi erler; hepsi bir olmuştu. Hepsi zalim, hepsi düşman olmuşlardı.

Atalarımıza, kardeşlerimize, çocuklarımıza, ölümden ölüm beğendirmek için and içmişlerdi. Dediklerini de yaptılar. İnsan olmaktan çıktılar belki ama zulümden milim şaşmadılar.

Oysa kirveydik, komşuyduk...

Tandırda ekmeğimizi, harmanda rızkımızı paylaştık.

Yakışık kaldı mı bu namertlik?

Yahu çocukken oyuncağı elinden alınan insan çığlıklarla kıyameti koparır. Oysa siz; malımızı, toprağımızı, hayır severliğimizi, sesimizi, ekmeğimizi bırakıp gitmemizi istediniz. Bununla da yetinmediniz, Tanrı'yı unutup ecel oldunuz bize. Bir buçuk milyon insanı ecelsiz ölüme, açlığa, zulme boğdunuz.

Yakışık kaldı mı bu vicdansızlık?

Sevgili Hrant’ın dediği gibi:

Atalarımın başına gelenleri biliyorum.

Buna kiminiz katliam, kiminiz soykırım, kiminiz tehcir, kiminiz trajedi diyorsunuz.

Atalarım da Anadolu deyimiyle kıyım derdi.

Bir devlet kendi yurttaşlarını, hem de savunmasızlarını, çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden, kök saldığı ortamlardan söküp, bilinmez bitmez yollara salıyorsa, bunun sonucunda da bir halk büyük bir bölümüyle yok oluyorsa, bugün bizlerin bu durumu izah edecek kelimeleri tercih etme kıvranışımız, insan olma özelliğimizin hangi vasfıyla izah edilebilir?

‘Buna soykırım mı desek, göç̧ mü desek?’ diye cambazlıklar yapacaksak, her ikisini de aynı ölçüde mahkûm edemeyeceksek, soykırım yerine tehciri ya da tehcir yerine soykırımı tercih etmekle, insan oluşumuzla ilgili onurun hangi parçasını kurtarmış olacağız?”

Gomidas Vartabet, sesini niye yitirdi?

Krikor Zohrab, Taniel Çubukkâryan, Rupen Zartaryan, Ardaşes Harutünyan, Adom Yârcanyan, Rupen Çilingiryan, Dikran Çöğüryan, Diran Kelekyan, niye yitip gitti?

Uzakta sevdikleri vardı, geride bıraktıkları, kaybettikleri vardı. Koruyacak kimseleri yoktu; ne bir koyak, ne bir orman. Ne bir güvercin haber salsınlar, ne bir turna selam yollasınlar.

Sessiz ve kimsesizdiler.

Sonra hayaller başladı. "Beyler daim bey olur" bir beye rast gelsek, alıp kurtarsa bizi bu mahrumiyetten, bu mahkûmiyetten...

Bu sefalet son bulsa, bir tas su bile verirlerdi belki.

Umut işte, oltayı atıp beklersin bir ihtimal yolunu kaybeden balığı yakalamak için.

Soykırımın son kurbanı Hrant’ın sevgili eşi Rakel'in sesine kulak verelim:

Öyle, “Kimse kalmadı... Gittiler işte”, “Keşke gitmeselerdi. Gittiler, bereket de gitti”, “Aramız iyiydi, dış güçler nifak soktular” demeyle olmuyor. Samimiyetle, yaşanılan vahşeti, ölü soyuculuğunu, mahremiyetlerin hepsinin yerle bir edilmiş olma kötücüllüğünü, o kul hakkı dediğiniz bütün hakların çiğnendiğini, malın mülkün haysiyetin yok edildiğini, hiçbir hakkın korunmadığını ikrar etmek gerekli.

Geriye bir tek söz kalıyor; bu memlekette Kürtler yaşadıklarını, Ermeniler de öldürüldüklerini kanıtlamaya çalışır!