Çok kıymetli değerler birer birer dökülüyor, böylesi tarih boyunca pek yaşanmamıştı, varsın Başbakan içerdeki gazetecilerin gazetecilik suçundan yatmadıklarını söyleyedursun, gerçek ortada. Basın özgürlüğü açısından şimdiye dek hiç yaşanmamış bir süreç yaşanıyor.

Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tahammül sınırları o kadar dar ki! Tarih boyunca hiçbir zaman basın bu kadar kıstırılmamıştı, bu kadar çok yandaş, candaş medya olmamıştı, muhalif yazarların ipi bu kadar hınçla çekilmemişti, lakin Başbakan Erdoğan basını bu kadar ablukaya almış olmasına rağmen mutsuz. Hemen hemen her hafta bir şekilde medyaya çatıyor.

Ya, ''ben böyle kaleminden kan damlayan birine gazeteci demem!'' diyor, ''böyle bir adamı çalıştıran medya patronuna yazıklar olsun!'' diyor, ''böyle gazetecilik batsın!'' diyor, diyor ve diyor.

Hiç ara vermeden sürekli neredeyse herkesin ya sansür, ya da oto sansür nedeniyle zaten börtü böceği yazdığı bir arenada ola ki biri çıkıp da gazetecilik yapmak isterse başı yanıyor.

Ne televizyoncular, ne yazarlar, ne gazeteciler işsizler ordusunun kıdemlileri oldular. Öyle acıdır ki işsiz kalanlar kolay kolay iş de bulamıyorlar.

Ne barışından bahsediyoruz ki!

Ülkede iyi şeyler olmuyor mu! Elbette oluyor, memleketimizin kanayan damarı Kürt sorununda şimdiye dek hayal bile edilemeyecek gelişmeler oluyor, evet yasalarla sabitlenmelidir, kalıcı bir barış için kazık çakar gibi değişiklikler yapılmalıdır, lakin yine de ciddi gelişmeler oluyor.

Her gün yürekleri dağlayan ölüm haberlerini duymuyoruz. Eskisi gibi şiddet olayları olmuyor, çünkü barış atmosferi herkesi olumlu yönde etkiliyor.

Lakin sen başbakanlığını yap, ülkeyi yönet, bırak biz de kendi işimizi yapalım, gazetecilikle meşgul olalım diyen Hasan Cemal önce 2 hafta dinlendiriliyor, sonra o kısa aradan sonra yazdığı ilk yazı basılmıyor, devamında hikaye belli, yazısı basılmayan bir gazeteci nefes alamaz, Hasan Cemal de alamıyor, yollar ayrılıyor.

Normal bir ülkede, demokrasinin, insan haklarının, ifade ve basın özgürlüğünün olduğu bir ülkede tabii ki gazeteciler hakaret etmedikleri sürece sorular sorar, yorumlar yapar ve fikir tartışmasına girer, ancak hiçbir baş(ba)kan, ‘‘kovun bunu, atın, niye çalıştırıyorsun?’’ gibi laflar etmez.

Şimdi böyle yöntemlerle eli kalem tutanları susturmak imkansızdır. Zira Hasan Cemal’in Cumartesi yazıp Pazartesi günü gazeteye gönderdiği yazı basılmadı ama gazetenin internet sitesinde birkaç onbin kişi Hasan Cemal’in köşe yazısını okurken, Milliyet tarafından basılmayan yazısı internette okunma oranı çığ gibi büyüyerek milyonlara ulaştı.

Hasan Cemal’in yazamadığı bir ülkede özgürlükten, demokrasiden ve ifade hürriyetinden söz etmek mümkün değildir. Ki yazamayan yalnızca Hasan Cemal de değil, kalemi köşesi olup da derdini anlatamayanları unutmamak gerek.

Bu bir kara lekedir. Bu yaklaşım tarzı Milliyet’i büyütmez. Gazetenin taze sahibi Demirören’i büyütmez, belki kraldan çok kralcı tavrıyla başbakanın gülümsemesini çalabilir, ama uzun vadede kaybeden değil kazanandır Hasan Cemal.

Bu yaklaşım Hasan Cemal’i ya da onun gibi kalemleri korkutmak ve sindirmek yerine daha da sivriltir, daha da cesurlaştırır, daha da er meydanında korkmadan güreşecek yiğit haline getirir.

Er ya da geç konuşma ve fikrini beyan etme hakkı elinden alınan şahsiyetler daha da büyüyecek.

Böyle külhanbeylikleri yapanların tavırları ise kısa vadede kazanıyor görünseler bile uzun vadede kendi bindikleri dalları kesmekten başka bir anlam ifade etmez.