Haftalardır dur-durak bilmeyen bir hengamenin içindeyiz. Hükümet görüşmeleri olumlu geçecek mi, koalisyon kurulacak mı, bu flu fotoğraf netleşecek mi, ekonomik istikrar sağlanacak mı? Yoksa bahsi edildiği üzere erken seçim söylendiği gibi "erken" mi olacak? Kuşkusuz bu gündem maddeleri Kürtleri yakından ilgilendiriyor. Hiçbirine de kayıtsız değiller zaten. Lakin bunlar biraz daha "büyüklerimizin" işi... Kürdün en fazla dile gelen soruları ise, mevcut çatışmalı ortam tam anlamıyla savaş haline dönecek mi, tarih yeniden tekerrür edecek mi, binlerce can yeniden geçmişten hiç ders çıkarmadan yitirilecek mi? Zira bölgede çatışma sesleri yankılanmaya başladı kulaklarda... Yeniden mayınlarla patlatılan araçlar, sokak gösterileri, intifada görüntüleri, uluorta vurulan insanlar, yakılan araçlar...

Bu saydıklarımıza oranla en fazla kaygı yaratan şey, kuşkusuz Türk savaş uçaklarının "sınır ötesi"ne bomba yağdırması... Bu bombalamalardan birinin sivilleri hedeflediğini ve bu saldırı sonucu sivil bir katliam gerçekleştirildiği kamuoyu tarafından biliniyor. İşte bu saldırının ardından yaşanan polemikleri irdeleyeceğiz. Yani bu polemik vesilesiyle biraz daha zedelenen "Kürtlerin Birliği"ni ve asla hatırlamak ve telaffuz etmek istemediğimiz "brakuji" meselesini... Aslında hayatımın hiçbir döneminde deşmek istemediğim bir konudur bu... Kürtlerin birliğine zeval gelmesin diye zerrece kimseye eleştiri yöneltmekten kaçındığım bir konudur bu... Etki alanımız çok sınırlı olsa bile "aman ha olacağı varken benim yüzümden bozulmasın" deyip dilimize kilit vurduğumuz bir mesele....

Bu mesele kritik edilirken, muhataplıktan oldukça uzak bireyler bu denli hassas davranırken, meselenin esas muhatapların bulundukları pozisyonun sorumluluğu ve bilinciyle hareket etmedikleri anlaşılıyor. En fazla sorumlu davranmaları gereken bireylerin, "sorumsuz" davranışlarına çokça rastlamak mümkün. Barzani Ailesi'nin neredeyse asırları kapsayan mücadelesini, uğradıkları katliamların ve yarattıkları Kürtlük bilincinin farkında olarak, yapılan hakaret ve kara çalmaları asla doğru bulmuyorum. Bu konuda belli bir tarih bilincine eriştikten sonra yorum yapılması bizi bu anlamdan bölen, ayrıştıran, uzaklaştıran, dolayısıyla çatıştıran pozisyonundan çıkaracaktır. Lakin meseleyi daha objektif bir bakış açısıyla değerlendirmek gerekiyor.

Zira Mesut Barzani, "bağımsızlık" talebi ve ısrarından dolayı "hain" ya da "düşman" ilan edilemez. Bu mevzunun Kürdistan'ın tüm dinamiklerince tartışılmasına ihtiyaç vardır. Ancak Sayın Barzani'nin "bağımsızlık anlayışı" tartışabilir. Mevcut duruşunun ve yaşam tarzının "bağımsızlık" fikriyle çok örtüşmediği eleştirilebilir. Ama çok çıplak bir gerçek vardır ki o da Sayın Barzani'nin Kürdistan'ı sadece Güney parçasından yani Kürdistan Federe Yönetimi kısmandan ibaret görmesidir. Ya da bağımsızlığı sadece Başur parçası ile sınırlı görmesidir. Bu yanlış, sivillerin katledildiği Zergele Köyü bombardımanının ardından "PKK Kürdistan'ı terk etmelidir" beyanında çok daha net ortaya çıkmıştır. Bu ifadede birden fazla yanlış gizlidir. Birincisi, Kürdistan'ın sadece Güney'den ibaret sayması, ikincisi bombalamanın müsebbibi olarak Türk Devleti'nden ziyade PKK'yi görmesi, üçüncüsü de, kendisini Güney parçasının sahibi görmesidir...

Meseleye sadece spesifik bir konu üzerinden gidip, bir sonuca ulaşmanın yanlışlığının farkındayım. Lakin bunları üst üste koyduğumuzda oldukça büyük tahribatların yaratılmış olduğunu görmekteyiz. Acıtan, yaralayan gerçekleri... Türk ordusuyla, peşmergenin birlikte düzenlediği onlarca saldırı, Brakuji Savaşı'nda karşılıklı verilen binlerce şehit, yukarıdaki örneğe benzer Kürtlerin birliğine zarar veren onlarca beyanat, Kürtlere yönelik en büyük savaşı yöneten Erdoğan'ın Amed mitingine katılmalar ve daha bir kaç gün önce Rojava Şehitlerini, Rojava-Başur sınırında günlerce bekletmeler... Tabi Kürt Kürde bunu yapınca TC daha alasını yapar elbet. Önce Güney'e girişinde günlerce bekletilen cenazeler, Habur Kapısında neredeyse bozulduktan sonra teslim edildi ailelerine... Tüm bunlar, sözüm ona bir "devlet" olmanın sorumluluğu ve bilinciyle yapılıyor. Bu yaklaşımı anlayışı şiddetle eleştirmek ve mahkum etmek gerekiyor. Bu yorumun varacağı nokta, Güney Kürdistan yönetiminin ve özelde Barzani Ailesi'nin yıllar yılı yürütmüş olduğu "Kürtlük Mücadelesi" artık "devlet olmanın dengelerine" dönüşmüş olduğu gerçeğidir. Bu yorum bizi hiç de tasvip etmediğimiz, ekonomik dengelere dayalı bir "Petrol Krallığı" yorumu yapmaya kadar götürecektir.

Sonuç olarak, bu oldukça hassas ve can alıcı sorunu daha fazla "deşmeden", çok fazla etliye sütlüye dokunmadan, reel durum üzerinden bitirmeye çalışacağım. Bu beyanatların genel itibarıyla Kürtlerin birlik ve dirliğine hizmet etmediği açıktır. Kürtlerin geleceğini ilgilendiren tüm kararlara, grup menfaatlerinden öte Kürdistan'ın tüm dinamiklerini dahil etmek ve buna göre davranmak asla göz ardı edilmemesi gereken temel bir husustur. Geleceğe, nasıl yaşayacağımıza, hangi sistemle yürüyeceğimize, Kürdistanî ortak akıl ve Kürdistanî dinamikler karar verecektir. Bunun ötesi tekçiliktir. "Tekçilik" demişken Rojava Devrimi'nin ilk demlerinde PKK'yi tekçilikle suçlayanlar "PKK Kürdistan'ı terk etmelidir" ifadesine karşı da duruş sahibi olmalıdır. Zira PKK'nin neredeyse tek irade olduğu Bakur ve Rojava parçalarında "KDP Kürdistan'ı terk etmelidir" anlayışına zemin sunar ki, bu da bir o kadar yanlış olacaktır.