Acar muhabir soruyor; "Yeni sendika yasası çok yakında çıkacakmış! Barajlar düşecekmiş! Gerçek üye sayıları açıklanırsa pek çok sendika kapanacakmış! Grev yasakları kalkıyormuş! Bu konularda ne düşünüyorsunuz?" Röportajdan çok hükümetin propaganda bildirisine benzeyen bir gazetecilik harikasıyla karşı karşıyayız.

 

Türkiye'de bir işçinin sendikaya üye olması hatta sadece haklarını talep etmesi işten atılma, tutuklanma bazen de cinayet gibi yöntemlerle engellenebiliyor. 12 Eylül Askeri Darbesi sonrasında hazırlanmış sendika yasaları geçerliliğini koruyor. İş mahkemeleri çok yavaş çalışıyor ve en basit sendika etkinlikleri bile şiddetle durduruluyor. Bu ahval ve şerait altında sendika yasalarının değişeceğine dair haberler okuyoruz. 10 yıldır ilgili yasaların Türkiye'nin hali hazırda imzalamış olduğu ILO Sözleşmeleri'ne uygun şekilde değiştirileceği vaat ediliyor. Ama söz konusu reform sürekli erteleniyor.

 

Reformun ertelenmesi bir buzdağıysa suyun üzerindeki kısmının işçi ve işveren örgütleri hatta sendikalar arasındaki anlaşmazlıklar olduğu iddia ediliyor. Ancak ILO ve BM sözleşmelerinin uygulanması için sosyal taraflar arasında 'konsensüs' gerekmiyor. Mesela kendini kaybeden bir sarı sendika "Kölelik İstiyoruz" isimli bir kampanya başlatıp "Günde 16 saat çalışmak istiyoruz, Maaşa hayır!" sloganlarıyla eylem yapsa hükümet bu öneriyi dikkate alacak mı?

 

Hükümetin görevi temel insan haklarını güvence altına almaktır. Çalışma hayatıyla ilgili hiçbir konuyu işçilere sormayan ve işçi sendikalarının itiraz ettiği yasaları bir günde kabul eden iktidar, konu sendika yasası olunca oyalama taktiği olarak 'istişare' yöntemine başvuruyor. ILO'nun öneri ve eleştirilerine kulak vermeyenler, havacılıkta grevin yasaklandığı ve sendikacıların tutuklandığı günlerde, yasada iyileşmeler olacağına inanmamızı bekliyorlar. İnanmak kolay değil çünkü masada bir ceset var. Sendikal hakların kullanılmasını engellemekten başka işe yaramayan yasalara otopsi yapmak şart.

 

OTOPSİ SONUÇLARI

1980 Askeri Darbesi sonrasında hazırlanan sendikal faaliyetleri engellemeyi, toplu sözleşmeleri sınırlamayı ve grev hakkını yasaklamayı amaçlayan 2821 ve 2822 sayılı yasaların otopsisinden sonuçlar:

 

Bir işçi sendikaya üye olmak isterse atması gereken ilk adım notere gitmek ve üye formunu onaylatmak. THY çalışanlarını 'sms' marifetiyle işten atabiliyor ama bir işçi müdürüne veya amirine 'ben sendikaya üye olmaya gidiyorum' diyemiyor. Notere gitmek için yarım gün, fabrika uzaktaysa tam gün izin almak zorunda. Formu onaylatmak için notere 47 TL ödemesi gerekiyor. Parti veya derneğe üye olurken notere gitmek gerekmezken sendikadan istifa etmek bile paralı. Üstelik istifa daha pahalı! Sendika değiştirmek isterseniz toplam 138 TL ödemeniz gerekiyor.

 

Notere gitmekle iş bitmiyor. İşvereniniz durumdan haberdar olmadı, sizi işten atmadı ve işe iade davanız 2 yıl sürmedi diyelim. Toplu sözleşme hakkınızı kullanmanızın önünde iki engel daha kalıyor. İşyeri ve işkolu barajı... Üye olduğunuz sendikanın iş kolundaki bütün işçilerin %10'unu üye yapmış olması gerekiyor. Örneğin bir metal sendikasının toplu sözleşme imzalayabilmek için önce ülke genelindeki 1.279.000 sigortalı metal işçisi arasından 127.900 kişiyi üye yapmış olması gerekiyor. Ardından aynı sendikanın işyerinizdeki işçilerin yarısından fazlasını üye yapması gerekiyor.

 

Patron sendika faaliyetlerini haber aldığında sendika üyelerini ve özellikle diğer işçileri sendikaya davet edenleri çeşitli gerekçelerle işten atıyor. On yıldır çalışan bir işçi performans düşüklüğü gerekçesiyle kendini kapıda buluyor. Aynı soyadı taşıyan işçiler de onunla beraber... Gece vardiyasında işe o gün giren biri makine başına gelip size küfrediyor. Cevap vermeye kalkarsanız anında bir müfettiş sahneye çıkıyor ve zabıt tutuyor. İşyerinde kavga çıkardığınız için tazminatsız atılıyorsunuz. Hiçbirini yapamazsa fabrikayı kapatıp, yandaki arsaya taşıyor.

 

Sendikanın önündeki bir diğer engelse sadece kanunla belirlenmiş işkollarında faaliyet yürütebilme zorunluluğu. İşyerlerinin hangi işkolunda olduğu uzun süren davalar sonucunda belirleniyor. Örneğin hastanedeki temizlik görevlilerini üye yapan sağlık sendikası, işten atılmalar, eylemler, itirazlar ve duruşmalardan sonra sağlık sendikası temizlik işçilerini temsil edemez, temizlik işçileri genel hizmetler işkoluna dâhildir yanıtını alabiliyor. Genel hizmetler sendikası aynı işçileri üye yaptığında aynı mahkeme, tesadüfen o gün hastaneye giden meslektaşının yerine bakan bir hâkimle 'orası bir hastane genel hizmetler değil sağlık sendikası olmalı' kararıyla her şey sil baştan başlayabiliyor.

 

Gelelim, sendikaların son koz olarak gördüğü ama sendika denince akla gelen ilk eylem biçimi olan greve. Nasıl tek gerçek ilaç aspirinse tek gerçek sendikal eylem de grevdir. Sendika istediği zammı alana kadar işçiler fabrikanın kapılarını kapatırlar ve üretimden gelen güçlerini kullanırlar. Sevilen bir işçi önderi işten atıldığında makineler arasında yayılan bir fısıltıyla şalterler iner veya vites düşürülür. Ülke savaşa hazırlanıyorsa sendikalar barış talebini genel grev ile duyurulurlar.

 

Türkiye'deyse grev bazı sektörlerde tamamen yasak, serbest göründüğü sektörlerde de neredeyse imkânsızdır. Sadece toplu görüşme sürecindeki anlaşmazlık sonrasında önceden ilan ederek 60 gün içinde greve çıkabilirsiniz. Greviniz yasaklanabilir veya ertelenebilir.

 

Milyonlarca işçinin sigortasız çalıştırıldığı, sigortalıların bile açlık sınırının altında yaşadığı ülkemizde 30 yıldır geçerli olan 2821 ve 2822 sayılı yasalar nedeniyle ücretli çalışanların yalnızca yüzde 6'sı toplu sözleşmeden yararlanmaktadır. Günün sonunda, ileri demokrasi adına adında sendika sözcüğü bile geçmeyen "Toplu İş İlişkileri Kanunu" tasarısıyla karşı karşıyayız. Hükümet kaynakları tarafından basına servis edilen haberlere göre SGK verileri dikkate alınınca çok sayıda sendika yetkisini kaybedecekmiş. Hükümet sendikalara aba altından sopa göstermek yerine yıllardır muhafaza ettiği darbe yasalarının, iş kazalarında ölen, tazminatsız işten atılan ve açlık sınırının altında yaşayan yüz binlerce işçinin hesabını vermelidir. (Bianet)

 

* Kıvanç Eliaçık, DİSK Uluslararası İlişkiler Dairesi Müdürü