Seçim akşamı sıcağı sıcağına sosyal medyada şu satırları paylaştım;

"Enseyi karartmayın güzel insanlar, kedere kapılmayın. Kanlı bir ablukadan HDP'nin bu şekilde çıkması bile başarıdır.

Ölüsünü gömemeyen bir halk başka ne yapabilirdi! Bu dönemde HDP'nin yanında saf tutmak bile devletle karşı karşıya gelmeyi göze almaktı. Bu kadar zor, bu denli güçtü.

Bu tablodan dolayı insanları küçümsemek bana göre AKP gibi düşünmektir. Dışlamak, yok saymak, yok etmek AKP'nin misyonudur çünkü.

Bu seçimde öz eleştiri vermesi gereken PKK'dir. Erdoğan, savaş kartını oynadı, PKK'de hay hay dedi. Ve savaş başladı.

PKK'nin seçime iki hafta kala "dostlar pazarda görsün" kabilinde ateşkes ilan etmesi fayda etmedi. Çünkü Erdoğan alacağını almıştı. Savaş en az Türkler kadar Kürtleri de korkuttu. Bu da AKP'ye oy olarak geldi."

***

Şimdi bakıyorum da o derin umutsuzluğun henüz buğusu tüterken yazıp paylaştığım cümleler anlık duyguların değil çetin bir gözlemin sonucuymuş.

AKP'lilerin bile büyük ikramiye kazanmış gibi şaşkın ve kendinden geçmiş bir halle karşıladıkları bu sonuç, muhalefet tarafında tonlarca ağırlıkta bir kayanın her yeri ezip geçmesi gibi hayretle ve isyana varan bir öfkeyle karşılandı.

Tanrım acımadık yerimiz, el değmedik yaramız kalmadı!

Kendi hislerime gelince, ilk anda Ahmet Kaya'nın 12 Eylül darbesine karşı vermiş  olduğu tepki gelip yerleşti nefes boruma... "Allahıma kitabıma halimiz yaman" dedim. Sonra biraz daha duruldum, hüznün yorgunluğu gelip çöktü üzerime. Elleri çığlık çığlık yan yana iki dünya hayalim bir kez daha giyotine kurban gitti dedim.

Yolsuzluğun olduğuna inanan ama vakar içinde görmezden gelen ama acıya ıslık çalan memleket insanı, bir kez daha kelepçeye el uzatarak gönüllü mahkumiyetten yana tavır aldı.

Sanırım bu kadarını AKP'liler bile beklemiyordu. Acı karşısında bu denli yüksek bir ıslık onları da sağır etti.

Doğuda yerde sürüklenen komşusunun parçalanmış bedenine bakıp yüzünü çeviren Kürt için, her şeyi gören, her şeyi bilen ama hiçbir şey yapmayan Türk için, Allah eksikliğini vermesin deyip şükür namazı kılmak da AKP'lilere kaldı.

***

AKP'nin aldığı oy oranına ilişkin her analiz "kıskanç kaynananın çekiştirmesi" gibi yorumlanacağı için derin yaralar almış muhalefet üzerine konuşmak daha isabetli olacaktır. Bu tercih biraz da ekonomist olmamla alakalı galiba, kazanç bir sonuçtur ama kaybın muhasebesini yapmak başarının anahtarıdır.

Evet oyu'nun mürekkebi kurumadan seçim boyunca reklam panolarını süsleyen "asgari ücret 1300 olacak", vaadini inkar eden AKP'nin, ancak şapka çıkaracağım boş vaatlere inandırma becerisine laf etmeden geçiyorum.

Ama bir gariplik var ki söz söylemeden geçemeyeceğim. Gariplik seçmen sayısındaki muazzam artışlar.

2002’de seçmen sayısı 41.4 milyon. 2007’de 42.8 milyon. 5 yıl için makul bir artış. Ama, 2011’de 52.8 milyon seçmene çıkıveriyor! 4 yıl içinde nur topu gibi 10 milyon seçmenimiz olmuş. Yani 4 yılda içimizde nüfusu 10 milyonluk Portekiz, Çek Cumhuriyeti ya da Bolivya çıkarmışız!

Bir de 7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki artış var ki "üç harfliler" memleketi istila etti dersin. 7 Haziran’da 54 milyon 813 bin 376 olan seçmen sayısı 5 ayda, yani 1 kasım'a kadar 56 milyon 965 bin 100’e yükseliyor. 5 ayda seçmen sayısı 2 milyon 151 bin 724 artıyor. 5 ay içinde iki milyon nüfuslu Slovenya, Katar yahut Makedonya kadar nüfusumuz artmış.

İlgi alanım olsa da bilimsel olarak bunu açıklayacak liyakata sahip değilim. İşin uzmanları olaya el atsa akıl sağlığımız için iyi olacak.

***

Bu noktada diyebilirim ki seçimin tek galibi "korku" oldu. Öyle bir bela ki korku denen meret bir kez içinize işlesin, mümkün değil kurtaramazsınız yakanızı. Her an biraz daha büyüsüne kapılırsınız. Bir an gelir ki yanı başınızda can çekişene sırt çevirir, ölümüne ıslık çalarsınız. Haklıyı haksızı değil, güçlüyü kollarsınız.

Seçimin kaybedenini söylemeye gerek yok. Zulme kurban gidenler, amansız vurulanlar, "şehit olan" askerler, "etkisiz hale getirilen" gerillalar, cephede savaşanların yüreği yüreğinde çarpan anaları, sevdalıları, çocukları, kaybeden oldu.

Cizre'den Silopi'ye, Lice'den Nusaybin'e, Varto'ya, Yüksekova'ya; göç eden, göç etmeye imkan bulmayan, o zulmü yaşayanlar oldu kaybeden. Börtü böceğin kül olduğu ormanlar, Botan dağlarında yavruya oturmuş kekliklerin ateşle taş kesilen minik ruhları kaybeden oldu.

İktidar yanaşmalarının "istikrar kazandı" güzellemeleri de, Özgür Gündem'in bende hayal kırıklığı yaratan " Öz Yönetim kazandı" tespiti de bir eksiği işaret ediyor. Kazanç dedikleri şeyin içinde insan yok... Acı çeken, feryat eden, gözyaşı döken, barışı umut eden insanlara dair bir şey göremiyorsunuz.

İnsanların beyaz bayrak sallayarak hastalarını hastanelere taşıdığı, çatılarda konuşlanan keskin nişancıların insanları keklik gibi avladığı, 21. Yüzyılın haberleşmeden, ulaşımdan, temel ihtiyaçlardan yoksun olduğu kentlerde , Öz Yönetim ilan etmek sahiden bir kazanç mıdır?

Ölülerin gömülmediği, cesetlerin evlerde çürüdüğü bir kentin kime ait olduğunun ne önemi var?

Çok mu sanat ruhluyum! Bir tüy gibi hafif, bir kelebek gibi ömürsüz öyle mi?

Kandil oturup düşünmeli, kazılan hendeklerin, hay hay diyerek muazzam bir özgüvenle karşıladıkları savaşın, pürenlerin hoş kokularını bile incitecek bir sertlikle HDP'ye ayar veren komutanların başarısını!

Özellikle Rojava'da ortaya çıkan fiili durumla muhteşem bir başarı ivmesi yakalayan Kürt siyasetinin bu aşamada askeri olarak olmasa bile siyasi olarak durağan konuma itildiği gerçeğini  gözardı etmeden bir özeleştiri yapmaları her demokratın beklentisidir.