"CEMAATTEKİLER sana çok kızmış."

Yakın zamanda Fethullah Gülen Hareketi ile görüşen bir arkadaşım böyle dedi geçen gün. "Acaba neden?" diye sorulacak bir tarafı yok, bariz ve doğal sebeplerle kızgınlar: "Vakit geldi" başlıklı yazı yüzünden.

Normal koşullarda (normal bir ülke, normal gazetecilik ruh hali, normal siyasi koşullar, normal cemaat vb.) pek de üzerinde durulacak bir şey değil. Zira bana kızgın olan tek bir cemaat yok. Dini veya politik birçok cemaat bana zaman zaman kızmıştır; yazmak belası böyle bir beladır. Ne ki gazeteci arkadaşım cümlenin gerisini, "Kalplerini çok kırmışsın" deyince canım sıkıldı. Çünkü dinsiz insanlar için de kutsallıklar olduğu gibi günahlar da vardır. Benim için insan kalbi kutsaldır, onu bükmek, kırmak, hırpalamak günahtır. Hele ki kıymetsizlerin yanında kıymetli kalplerde incinmişse...

MURAT İLE AHMET

Son derece tesadüfi bir şekilde geçen günlerde, Barış Müstecaplıoğlu'nun "Şakird" (Metis Yayınları, 2005) adlı romanını okuyordum. Roman, yazarın ilk gençliği sırasında içinde bulunduğu Gülen Cemaati (hikâyenin geçtiği zamanda cemaatti, hareket olmamışlardı henüz) içindeki gençler üzerine kurulu. "Şakird"in kelime anlamı Kuran okuyucusu, öğrencisi. Aynı zamanda Nur Cemaati içindekilerin birbirine hitap şekli. Öyle ki cemaat yurtlarında sabah namazına "Şakiiird! Kalk!" diye bir anons varmış, tıpkı hiç de sivil olmayan kışlalardaki gibi. Hatta "şako" diye kısaltması varmış, tıpkı soruşturmaları sulandıran mizah dergilerinin dalgacılığı gibi... Neyse...

Romanın iki önemli karakteri şunlar: Cemaat yurdunda kalmasına rağmen "has şakird" olmadığı (imam hatip mezunu olmadığı), olup bitenleri sorguladığı için uyumsuz görülen Ahmet, onunla aynı odayı paylaşan ve onu doğru yolda tutmaktan sorumlu olan ama giderek yoldan çıkan(!) Murat. Ahmet, adalet talebinin, vicdan sızısının peşinde genç bir çocuk. Dini olmasa da kalbinin ibresi insanlığı gösterecek olan zarif bir ruh. El değmemiş bir karlı bahçenin güzelliğine kıyamayıp yolunu değiştirecek kadar zarif. Ama cemaatteki "ağabeyler" için zarafet değil, "hizmet"e bağlılık muteber. Ahmet ise cemaati, dünyadaki adaletsizliğe, zulme ve acıya karşı "Bir şey yapmalı" isyanının cevabı olarak görüyor. Yakın arkadaşı Murat da öyle.

SAMİMİYET

Bunu niye anlatıyorum? Romandaki gibi "kendi işlerini yürütebilecek kadar devlette yer edinmek isteyen", Allah rızasından ziyade örgütlenme hırsıyla hareket eden, dolayısıyla fazla dünyevi hırsları olan kişiler mühim değil. Ama bir hareketten söz ederken bir tek Ahmet'in kalbi kırılsa benim canım sıkılır. İnsanları samimiyetle cehennem ateşinden kurtarmak için çalışan, bunu yapmazsa insani sorumluluğunu gerçekleştirmemiş olduğuna inanıp acı çeken gencecik ve tertemiz ruhlar da vardır o hareket içinde.

Bu dünyada şefkati ve anlamı başka yerde bulamadığı için orada olan. Herkesin birbirine gülümsediği, kimsenin birbirine sert bir dille konuşmadığı bu insanlar topluluğunu şu korkunç dünyada sığınılacak tek liman olarak görmüş insanlar da vardır. Benim meselem onlarla değil. O yazıda da yazdığım üzere iktidarla ilgili, iktidarı çevrelemekle ilgili derdi olanlarla.

HELAL İLE HARAM

Müdanasız, ölçüsüz ve saldırgan propaganda makineleri kurmak için televizyon ve gazete satın almak derdine düşenlerle. "Sıra bizde" iştahıyla kendinden olmayanlara psikolojik şiddet uygulayan, sonra da onlar delirince o ağırbaşlı gülümse-mesiyle "Hoşgörü en yüce değerdir" çamuruna yatanlarla. "Network"ü genişletmek için devşirme entelektüel istihdam edip onlara gerek kalmadığında tekmeyi vuranlarla.

Allah sözcüğünü vicdan, adalet, eşitlik, özgürlük sözcüklerinden ziyade KOBİ, sermaye, hazırlık soruşturmasının gizliliği kavramlarıyla beraber daha sık kullananlarla. Helal ile haramın hududunu, kendi zenginlikleri arttıkça yeniden çizenlerle. "Korkuyoruz" diyenlere, "Bir suçunuz yoksa niye korkuyorsunuz!" diyerek işkence etmekten zevk alanlarla...

Peki Ahmet ile Murat, onlar gibi olanlar niye bu zalimliğe giden yola isyan etmiyorlar? Onlar niye, "Mübarekler, biz bunun için mi yola çıktık? İnsanları korkutmak için mi?" demiyorlar. Tıpkı benim gibi insan kalbini kutsal sayanlar niye konuşmuyorlar? Yoksa onlar da mı korkuyorlar?