Pencere pervazının içindeki küçük radyoda, karlı karlı geliyor ses:

"Yalvarırım ne olur, başka birini sevme / Ben sensiz yaşayamam, benim gözüm sende"

Işık masaya vuruyor, masada beyaz bir masa örtüsü, kenarında sandık lekesi. Kızarmış ekmek kokusu var, anne sabahlığının kokusu, senin kendi kokun var, mutfak mışıl mışıl.

Zeytinyağı yayılıyor beyaz tabağa, belki de iyi kalpli bir Allah var. Domatesin yanağından biberin burnuna, oradan salatalığın göğsüne akıyor su köpüklü olarak. Yumurta seni seviyor, kocaman açmış gözlerini sana bakıyor. Çayın üzerinde bir çay sapı dolaşıyor, "Misafir gelecek" der annen. Çay kaşığı yere dikine düşünce de öyle der. Gözün seyirince de. Kulağın çınlayınca da. Size hep misafir gelirdi. Dertli bazısı, bazısı neşeli kah kah kah, hepsinin hikâyesi var, hiç yazılmayacak.

Peynir var masada, inci gibi dişleri var, çünkü sırıtıyor aptal gibi. Çok uyumuş sütün sersem mutluluğu. Kimi peynirde, ki söz konusu peynir öyle, rüyasında güzel şeyler görmüş sütün tadı var.
Doğuştan komik bir sosis duruyor tabakta. Minnoş bir sosis. Zıplayacak gibi duruyor tabağın ortasında. Çılgın bir şey. Az az ye onu. O pahalı çünkü. Çünkü daha tatlı olurdu her şey az az yendiğinde. Eskidendi o, katık edilirdi her şey her şeye. Her şey bu yüzden her şeye denkti. Hiçbir şey az gelmiyordu o zaman. Yetiyordu. Yetiyorduk birbirimize bile.
Yüz yıl geçmiş önce, sonra teker teker çıkmışlar dallardan, sonra çırpılmış ağaçlar beyaz çarşafların üzerine düşmüşler. Birileri hep şaka yapıyormuş onlar selelere dolarken. Selelerden havuzlara, havuzlardan kavanozlara, kavanozlardan evlere doğru ve nihayet bu masada duruyor zeytinlerimiz işte. Hep yorgundur zeytin bu yüzden buruş buruştur yüzü. Tabağına yuvarlanıyor çekirdekleri. Böylece bilebiliyorsun kaç lokma kahvaltı ettiğini. Ne kadar mutlu olduğunu buradan anlayabilirsin, sayı bu yüzden önemli. Çünkü vaktiyle "Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var" demişti tatlı sözlü adamın biri.


Ellerin gidip geliyor tabaklar arasında küçük bir çatalla. Kahvaltı hep küçük bir çatalla edilmeli. Çünkü bir zarafet söz konusu. Çayı küçük bardakta içip masaya küçük tabaklar koymalı. Niye biliyor musun? Çünkü hep çocukluktan kalmadır kahvaltı. Anaokulu ebatlarında olmalı alet edavatı.
Kahvaltıda sona yaklaşıldığına kim karar verecek peki? Reçel keser hükmü. Aksi iddia edilemez listesindedir kararı. Güneşe tut reçeli, başından geçen macerayı anlatsın. Sana güneşe baka baka gördüklerini söylesin. Yedikçe içine şeker ışığı kaysın. Baygın çilekten ve şişkin kayısıdan sana bugün güzel bir şeyler kalsın. Sakın su içme. Sakın su içme. Perde kapanmasın.


Gide gide hikâye bir yerde bitecek elbette. Biri telefon edecek, uzaktan. Çok sevdiğin biri. "Kahvaltı ediyordum" diyeceksin, "Hay Allah! Şu işe bak! Ben de tam da seni düşünüyordum". Sana komik bir şey söyleyecek. Belki erkeklerin adam olmayacağıyla ilgili, belki kadınların. "Atla gel" diyeceksin sen de "Kahveyi beraber içelim". İçinde gerekçesiz, çok sağlam kanıtları olan bir neşe. Uykulu bir yerde, çok uyanık, açık gözlü bir yerde. Tam kıvamında. Ağzının içinde bütün bir kahvaltı macerasının tatları dolaşırken, ekmek kırıntılarını toplayacaksın masadan. Bırakacaksın her şeyi ortada, küçük bir tabak koyacaksın, kenarına katlayıp bir beyaz peçete, onun da üzerine küçük bir çatal. Çünkü kim bilir belki gelecek olan... Böyle biter kahvaltı. Devam ederek...
Hepimiz için yılbaşı sabahı kahvaltısı gibi bir yıl olsun. Bu kahvaltı gibi bir yıl olsun.