El Kaide bu savaşı kazanabilirdi

11 Eylül terör saldırılarının 10. yılında El Kaide’nin savaşı kaybettiği veya kaybetmek üzere üzere olduğu; en azından kazanma şansının kalmadığı yönünde neredeyse bir görüş birliği var. Bu hiç de yabana atılamayacak bir değerlendirme. Şöyle ki efsanevi lider Usame bin Ladin öldürülmüş; birçok üst düzey yöneticinin akıbeti de onun gibi olmuş veya sağ yakalanmışlar; varkalanlar da son derece zor şartlarda tam bir yeraltı hayatı sürdürüyor; El Kaide uluslarötesi bir şebeke olarak varlığını sürdürüyor ama uzun bir süredir sansasyonel eylemler gerçekleştiremiyor...

Listeyi uzatabiliriz. Bütün bunlardan El Kaide’nin yenildiği, bitip tükendiği veya can çekiştiği gibi bir sonuç çıkmaz, ama New York, Londra, Madrid, İstanbul terör saldırılarının ardından yaşandığı gibi küresel kamuoyu artık bu şebekeyle yatıp onunla kalkmıyor. Yani yerküre El Kaide’ye alıştı, onunla yaşamayı bir şekilde öğrendi. Böylelikle El Kaide, nerede, ne zaman, nasıl vuracağı belli olmayan, ürkütücü, kokutucu bir tehdit olmaktan çıktı. Korku ve tedirginlik yaratmanın El Kaide’nin en önde gelen sermayesi olduğunu düşünürsek, bu uluslarötesi şebekenin halinin hiç de parlak olmadığını çıkarabiliriz.

Bush’un üç hatası

Aslında başlangıçta durum tam tersiydi, El Kaide bu savaşı kazanabilirdi. Çünkü tam 10 yıl önce, küresel sistemi, hiç beklemediği bir an ve şekilde tam anlamıyla gafil yakalamıştı. Ama El Kaide’nin en büyük avantajı düşmanlarının yaptığı hatalardı. Dönemin ABD Başkanı George W. Bush’un El Kaide’ye karşı üç temel hata yaptığını söyleyebiliriz:

1) Yeni muhafazakâr (neo-con) kurmaylarının aklına uyup El Kaide ile mücadeleyi bir “savaş” olarak gördü. Bu da El Kaide’ye geniş bir meşruiyet ve popülarite sağladı.

2) Bush yönetimi bu savaşta uluslararası kuralları hiçe saydı. Sorgularda işkencenin meşru kabul edilmesi; yakalanan zanlıların yargıç karşısına çıkarılmadan dünyanın dört bir yanında gezdirilmesi; yine dünyanın farklı köşelerinde uygulamaya konulan yargısız infazlar vb. terör karşı savaşın meşruiyetine ciddi olarak gölge düşürdü ve yer yer El Kaide’ye “mağduriyet” pozisyonu sağladı.

3) Bush yönetimi, her ne kadar çok özenli davrandığını iddia etse de El Kaide ile İslam dini ve Müslümanlar arasında net bir ayrım yapmayı başaramamasıdır. Yaratılan El Kaide heyulasının ABD başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında İslam fobisi yarattığı ve bundan en çok El Kaide’nin yararlandığı bir gerçektir.

El Kaide’nin yanlışları

Peki ne oldu da El Kaide’nin işleri tersine döndü? Öncelikle ABD’nin tüm yerküreyi savaş alanı olarak görmesi, diğer devletleri “ya bizdensiniz, ya onlardan” dayatmasıyla büyük ölçüde yanına çekmesi ve elindeki tüm imkanları seferber ederek, yukarıda değindiğimiz gibi, uluslararası hukuk kurallarını da göz ardı edip acımasız bir savaş yürütmesi El Kaide’ye çok ciddi darbeler indirdi.

11 Eylül gibi bir saldırıya Bush yönetiminin böylesi bir cevap vermesinde çok anormal değildir ve bin Ladin başta olmak üzere El Kaide kurmaylarının bunları öngörmediğini düşünemeyiz. Dolayısıya esas sorunun El Kaide’nin kendisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Bu şebekeyi 11 Eylül saldırılarından çok önce araştırmaya başlamış birisi olarak El Kaide’nin temel yanlışlarını şöyle sıralayabilirim:

1) El Kaide 11 Eylül’e gelmeden önce dünyanın farklı yerlerinde Amerikan hedeflerine karşı çok etkili saldırılar düzenlemişti, yani 11 Eylül adım adım tırmanan bir şiddetin zirvesidir. Bunun aşılması nerdeyse imkansız bir zirve olması, sonraki El Kaide eylemlerinin etkisini ister istemez azalttı.

2) El Kaide’nin en büyük avantajı küresel ve uluslarötesi bir şebeke olmasıydı, ama örgüt yöneticilerinin aklı hep Suudi Arabistan, Pakistan, Afganistan, Irak gibi ülkelerde yönetimi ele geçirmekteydi. Bu hırsları onların küresel faaliyetlere yeterince enerji ve kaynak aktarmamalarına neden oldu.

3) Bu bağlamda El Kaide’nin Amerikan işgali altındaki Irak’ı yeni bir Afganistan’a çevirme stratejisi başta çok akıllıca görünüyordu ama yürümedi. Sonuçta ABD ve El Kaide hep birlikte Irak bataklığına saplanıp kaldılar.

4) El Kaide yöneticileri sık sık dünyaya mesajlarını ilettiler ancak hiçbir zaman somut, gerçekleşebilir ve en önemlisi, etrafında pazarlık yapılabilecek talepler dile getirmediler. Bunun sonucunda sadece ve sadece şiddete başvuran bir öfke ve intikam hareketi olmaktan öteye gidemediler.

5) El Kaide’den önce İslam dünyasında bir genç, eline hiç silah sürmeden “radikal İslamcı” görüşleri benimseyebiliyordu. El Kaide ile birlikte radikalliğe adım atan birisi eline silah almayı, daha ötesi, kendi vücudunu bir silah olarak kullanmayı kabul etmek durumunda kaldı. El Kaide’nin bu tür dayatmaları, onun diğer İslamcı hareketler ve İslami cemaatlerle arasının hayli açılmasına neden oldu.

Şimdilik burada nokta koyalım ve başlığımıza dönelim: El Kaide bu savaşı kazanma şansını tekrar yakalayabilir mi? Usame bin Ladin’in ölümünden sonra bunun çok çok zor olduğu açıktır. Yine de unutmamak lazım, 11 Eylül saldırılarının esas beyni bin Ladin değil, uzun süredir ABD’nin elinde tutsak olan Pakistan vatandaşı Halid Şeyh Muhammed’di. Eğer El Kaide onun gibi yeni bir dehaya sahip olursa pekala dünyayı yeniden sarsabilir.

YARIN: El Kaide ve

Türkiye: 10 yılın bilançosu.