Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, geleneksel muhtar gününde vatansever muhtar görmek istediğini bir kez daha yineleyerek; “Hangi evde kim var, nedir ne değildir. Bunu gelecek, orada kaymakamına, valisine emniyet müdürüne bildirecek. Benim muhtarım bunu yaparken tereddütsüz devletin yanında yer almalıdır” dedi.

Kendisinden esnafın; gerektiğinde asker, alperen, polis, hakim olabileceğini duyduk. Taksicinin; mahallenin ağabeyi, mahallenin bekçisi olduğunu, şoförün; gerektiğinde şefkatli bir kardeş olduğunu duyduk.

İmamlar daha mühim bir görev ifa etmekle mesuller. Mütemadiyen AK Partili olmalılar ve devletin sancağını taşımalılar. Türk'ün gücü en başta camilerde hissedilmeli!

İşte bütün bu görevlendirmelerden sonra sıra muhtarlara geldi, onların payına muhbirlik yani komşusunu ispiyonlamak düştü.

***

Görevlendirme tamamlandıktan sonra "vatansever bir muhbir (pardon muhtar)" bulup konuşmak ümidiyle bir köye gitmeye karar kıldım.

Köye gittim ama muhtarla konuşmak yerine gençten bir çocukla konuşmayı tercih ettim. Neme lazım bakarsın muhtar beni "vatan sevmez" diyerek ispiyonlar, yaptığımızla ortada kalırız.

Kahramanın ruh halinin bende uyandırdığı yıkımla, köye Ölü Ozanlar Köyü demeye karar kıldım.

İnceden bir çocuk, adı da Memed... Beyaz tenine yakışmayan bir karalık gelip yapışmış yüzüne. Konuşmadan önce dönüp bana sordu; oyunu kime verdin? HDP dedim, baktım hafif tebessümle başını eğdi, bir yandan da elindeki çubukla toprağa bir şeyler yazıyordu. Bilmiyorum belki de sıkıntısından kurtulmak için yapıyordu. Altı kardeşler, altısı da erkek. Sonra da söylediğine göre bir abisi dağa gitmiş. Sevdiği kızı bırakıp gitmiş hem de. Anası hep ağlıyormuş, babası da yalnızken ağlıyormuş.

Ya sen hiç özlemiyor musun abini? Özlüyorum tabi, özlemez mi insan abisini! Sesi yargılayıcı ve sitemkârdı. En kötüsü ne biliyor musun gazeteci abi, rüyada parçalanmış cesetlerin içinde bazen kolu bacağı kesilmiş halde, bazen yüzü gözü kan revan içinde görmek... Bu ölümden daha beter. İnsanın canından can gidiyor. İnsanın yaşarken ölmesi ne zordur, bir bilsen gazeteci abi!

Memed, herkesten gizli yazı yazıyormuş, kim bilir belki de yazar olur. Param olsaydı Ahmet Altan'a, Orhan Pamuk'a mektup yazardım diyor. Yaşar Kemal öldüğünde çok ağlamış. Abim dağa gitsin istemezdim, keşke yanımda olsaydı, beraber yazı yazardık, hem annem de ağlamazdı.

Köyümüz 40 haneli. Zarardan başka hiçbir işe yaramayan 50 baş yaşlı olduğunu söylüyor, gülerek. Okuyanı az bir köydür. Çok bilmiş insanlar var ama hiç okumuyorlar, çok cahiller gazeteci abi! Yaşlı amcalar birbiriyle konuşmaz, caminin bahçesinde oturup fesatlık yapıyorlar ancak...

Tebessüm ettiğimi görünce daha bir hiddetle söylenmeye başladı. İnce Memed'e karşı koyan, ağanın yanında duran, müfrezeyle iş tutan köylüler gibidir bunlar.

Memed, niye böyle öfkelisin? Ben anlatınca gülüyorsun ya burda olsan isyan eder ağlardın. Kim bilir belki sen de dağa giderdin. Devlet iş vermiyor, aş vermiyor, rahat vermiyor. Yanı başında komşun var, akraban var ama gel gör ki devletten beter. Boynuna ip dolansa bir Allah'ın kulu el atıp gevşetmez.

Her muhtarlık seçiminde kavga olur, iş yapmak için değil gazeteci abi, hırsızlık yapmak için muhtar oluyorlar. Köyün içini gördün işte, her yer hayvan pisliği, bebek bezi, yakacak külü dolmuş.

Kimse bizi sevmiyor biliyor musun gazeteci abi, geçenlerde bir dilenci geldi kapıya; size büyü yapmışlar dedi, ondan işiniz hiç rast gitmiyor dedi. Bizi sevmiyorlar, kardeşim dağa gitti diye bizi askerlere şikayet ediyorlar. Kim hayallerine kuşun sıkar ki, insanın derdi olmasa gider mi hiç!

Elindeki çubukla aralıksız toprağı eşeliyor Memed. Memed'in yaşadığı, tanık olduğu şeyler irinli bir yara gibi durmaksızın akıyordu.

Asker size ne diyor Memed? Bize bir şey demiyor, babamı çağırıyorlar. Mavi bir arabaları var oraya gidiyor babam. Bize yardımcı olursan, sana oğlunu getiririz diyorlar. Keşke getirseler... Ama yalan söylüyorlar biliyorum. Bize kötülük yapmak için böyle yapıyorlar. Abim gitti konuştu bir sefer, sizi şikayet edecem dedi askerlere, öyle yakamızı bıraktılar.

Bu köyde hiç korucu yok. Ama Mitçi var biliyorum. Nerden biliyorsun? Biliyorum işte... Üç tane hem de, üstelik biri partili. HDP'li mi yani? Evet bir tanesi partili.

Bizim köyde okuyanları sevmezler gazeteci abi. En çok da öğretmenleri kötülüyorlar. Akrabalık falan da yalan. Düğün olsun bayram olsun herkes evinde oturuyor, kanlı kanlı düşmanlık var. Hem de yok yere.

Günün nasıl geçiyor köyde Memed? Kitap okuyarak... Bu kadar mı? Evet yalnız kalmak ve kitap okumak dışında yaşadığımı kimse iddia edemez. Ölü bir ozan gibiyim.

Gelecek adına umutlu musun? Devlet kardeşimden intikam almaktan vazgeçerse, bizi olduğumuz gibi kabul ederse belki hayal kurarım. İçinde ölülerin ve ağlayanların olmadığı hayaller kurarsam umutlu olabilirim.

Savaş tekrar başladı, korkuyor musun? Hayır! Bizim evde her gün göz yaşı var zaten, savaştan niye korkalım ki! Üzülüyorum ama çok üzülüyorum. Çocuklarını askerden kaçıranlar, fakir insanların çocuklarını askerde ölüme yolluyorlar. Niye ölüyor ki bu insanlar, kimin için ölüyorlar? Gönlünce yememiş, gezmemiş fakir çocukları hırsızların kabahati yüzünden ölüyorlar.

Çok şey biliyorsun, nerden öğrendin bunları? Akşam yemeğinde askerler gelip sofranızdaki tadı tuzu alsa, sen de öğrenirsin gazeteci abi.

Bir dokunup bin ah işitmek bu olsa gerek... Çocukluğunu yaşamadan büyümek zorunda kalan hayatlara dokununca; zulmün ve zorbalığın izlerini görebiliyor insan.

Devlet muhbirlik yerine çocukların umutlarını kurşunlamaktan vazgeçse, kim bilir belki Memed; küçücük bedeni kocaman yüreğiyle bir yazar olur. Tıpkı Yaşar Kemal gibi kötülük yapanları yiğitlikle utandıran hikayeler kaleme alır. Ama Türkiye buna izin vermiyor.

Hâlâ muhtarlardan muhbirlik beklediğinize emin misiniz? Tercihiniz ne yönde; mutlu bir toplum mu yoksa öfkesi can alan bir devlet mi?