Başlık size ne anlatıyor?

Sanırım çok az...

Merakınızı gidereyim:

Müezzinin Taburu” adını vermeyi tasarladığım bir kitap hazırlıyorum. Müthiş bir kitap olacak. Polisteki, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ndeki, Karayolları Dördüncü Bölge ve Devlet Su İşleri Onbirinci Bölge’deki şeyleri bir bir açıklıyorum. Çıkınca -yani çıkarsa- ortalığı allak bullak edecek bir kitap bu...

Ama gel de çalış. Sabahtan beri telefonlar susmuyor. Kimileri tuhaf bir sesle ve nedense kısık bir sesle “Abi nasılsın? İyisin değil mi” diye soruyorlar; kimileri haber yetiştiriyorlar, “Aydın Abi, haberin oldu mu; İthaki yayınevinden sonra polisler şimdi de Radikal gazetesinde Ahmet Şık’ı kitabını arıyorlar...”

Bir iki laf edip savıyorum, ardından telefon yine zırlıyor...

Yahu, ben bu tasarladığım kitabı bu telefonlardan vakit bulup yazamayacak mıyım?

Tamam anladık; fazla özel yetkili savcı Zekeriya Öz, Ahmet Şık’ın basılmamış, hatta henüz son şeklini de almamış kitabıyla ilgili bir mahkeme kararı çıkartmış; kitabın bilgisayarlardaki metninin, kağıda basılmış kopyalarının toplatılmasına, el konulmasına karar verilmiş. Bir hukuk devletinde olduğumuza göre ve bu karar –duyduğum kadarıyla- bir mahkeme kararına dayandığına göre olup bitenler kitabına uygun.  

Gerçi henüz basılmamış bir kitabın nasıl olup da suç unsuru oluşturabileceğini ben kavrayamıyorum ama herhalde benim yarı buçuk hukuk bilgimin sınırlarının ötesine taşan bir hukuksal derinlik var...

Bir de Ahmet Şık tutuklandığında “Gazetecilik faaliyetinden tutuklanmadılar. Savcının elinde gazetecilik dışı etkinlikleri ile ilgili kanıtlar var. Ama gizli olduğu için Ahmet Şık’a da, avukatına da açıklamıyor. O yüzden Ahmet Şık’ı neyle suçlandığını söyleyemeden tutukladılar” denmişti.

Şimdi ise İstanbul’da bir kitap için sürek avı başlatıldı. Acaba gizli kanıt o kitap mıydı? 

Hay Allah! 

Bir dakikacık izin verin... Telefon yine zırlıyor... 

*    *    *

Arayan bir Alman gazeteci arkadaşımmış. Garibimin aklı allak bullak. Soruyor. Anlatıyorum. Yine başa dönüyor, aynı soruyu yineliyor.  Anlatıyorum, yine başa dönüyor. Sorusu yalın: Yayınlanmamış bir kitabın suç unsuru olduğuna kim, neye dayanarak karar verdi?

Ona anlatamıyorum ama T24 okurlarının, hatta bütün Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının anlayacağına, hatta zaten anladığına kalıbımı basarım.
 
Neyse...
 
Bu işler artık mizah sınırını aştı, ötesine geçti. O yüzden Ahmet Şık’ın kitabıyla da, fazla yetkili savcı Öz’le de, ilgilenemem. Radikal’deki aramadan sonra, 1980’de Davutpaşa askeri mapushanesinden arkadaşım Ertuğrul Mavioğlu’nun başına bir şeyler gelirse de ilgilenmeyeceğim.

Ben ciddi bir işle uğraşıyorum. Müezzinin Taburu kitabını yazmak niyetindeyim. Şu anda kafamda tasarlamakla meşgulüm. İyi gidiyor. Dedim a müthiş bir kitap olacak.

Tek derdim, bu akşam ya da yarın ya da öbür gün polis arkadaşlar evin zilini çalarlarsa ne yapacağım? Tamam, Ahmet Şık’ın kitabının ilk hali ve ardından biraz daha elden geçmiş hali bende var. Onları hepsini görevli memurlarla birlikte hardiskten sileriz. Bellek çubuğuna yedeklemiştim. Onu zaten sildim. Yani Ahmet Şık kitabı yönünden bir kaygım yok.
 
Ama tutup “Müezzinin Taburu kitabını da toka et bakalım” derlerse ne halt edeceğim. 

Kafamın içini de silerler mi acep? 

*    *    *

“Yorum yaz” kutusunun abonesi bazı okurlar için özel not: Tamam, biliyorum, bütün bunlar “Yetmez ama evet” diyenler yüzünden oldu. Çok haklısınız. Hep onlar yüzünden bu olup bitenler. Ama ben “yetmez” filan demeden, harbiden ”Evet” demiştim. O yüzden benim sorumluluğum yok. Hatırlatayım dedim...