Binbaşı Aubrey Herbert, Çanakkale savaşındaki anılarında şu ayrıntıya yer verir; "Türklerden biri mezarları işaret ederek bu politika dedi sonra cesetleri göstererek bu da diplomasi dedi."

Buz gibi bir söz!

*************

Bu sözün atadan kalma miras olduğunu bilmek için Türkiye'de yaşamak kâfi.

Ve istisnasız bütün siyasilerin iktidara gelene kadar sırt çevirdiği, iktidara geldikten sonra kıymetli bir tablo gibi başucuna astığı da acı bir gerçek.

Geçmişin tozlu raflarına dokununca, bir balyoz gibi bedenimize inip yaşama umudumuzu paramparça eden ölümleri ve o ölümler karşısında şuursuzca hamaset üretenleri anlayabiliyor insan.

Ölüme ıslık çalan kaygısız durumlar, o duygusuzluk, o hiçlik meğerse ölenin kimliğini gözetiyormuş.

Meğerse bu memleket ta atasından "insanı politikanın cesedi" olarak tasnif etmiş.

Bugün hayatlarımızı kasıp kavuran "politik kibir" yabana atılmayacak ilkel bir mirası kendisine rehber edinmiş, bunu görebiliyoruz artık.

15 yaşında polis tarafından öldürülen çocuğun ardından üzüntü beyan etmeksizin saldırgan bir nefretle aileyi suçlayan siyasetçiyi ürpererek izlemiştim.

Sonrasında sayısız hayal kırıklığı, sayısız kanunsuz müdahale yaşadık.

Bunun evvellini anlatmaya dilim varmıyor, yüreğim de el vermiyor.

Bu çılgın nefretin suçluluğa yer bırakmayacak şekilde dile gelmesi neyin nesiydi?

Mısır'da öldürülen bir kız çocuğu için ağlayan siyasetçi, kendi ülkesinde öldürülen insanlar için neden en ufak bir vicdan muhasebesi yapmaz?

Buradaki cesetlerin politik kârı mı az?

İstanbul’da MİT elemanı tarafında molotoflu saldırıda yanarak can veren Serap, ülke için diplomatik bir kazanç mıydı?

Esnafıyla, polisiyle, meclisteki siyasetçisiyle cinnet geçirmiş bir toplum olmayı, mezar politikasına ve ceset diplomasisine mi borçluyuz?

************

Binbaşı Aubrey Herbert'in anılarında yer verdiği bu sözler her yönüyle acımasız, insanı ezilirken bir örümcek gibi gören bir ruh halinin yansımasıdır.

Ancak bir yabancının anılarında amacını anlayabildiğimiz o savaşlardan bugüne dokunulmaz generaller ve yiyici siyasiler olarak iki tarafın sergilediği güç savaşında dışlanan tarafta olduk hep.

"Bu dışlanmışlık bizlere yaşamak için mücadeleyi esas kılan bir anlayış sunarken, siyasilere basiretsiz bir ikiyüzlülük bıraktı."

Yok etme yetkisini sık sık elde etmelerine rağmen, demokratik kültürden ve eşit temelde yaşama alışkanlığından yoksun generaller, kendileri gibi önyargılarıyla hastalanan siyasilerin varlığına itiraz etmediler, bilhassa destek oldular.

Ruhu ve siniri tahrip eden bu aymazlık sadece cinayetler ve cesetlerle sınırlı değil tabi.

Dünyada siyasetin ve paranın dışında daha başka değerlerin de bulunduğunu bilmeyen, kendine hayranlık duymak için her türlü nedeni olan bu siyasiler çoğu zaman darbeci generallerden daha pervasız oldular.

Entelektüel anlamda mutlak bir fukaralığa sahip olmanın verdiği noksanlıkla her türlü övgünün kaynağı olduklarına içtenlikle inandılar ve inanıyorlar.

****************

Bugün hayatlarımızı kasıp kavuran "politik kibir" yabana atılmayacak ilkel bir mirası kendisine rehber edinmiş, bunu görebiliyoruz artık.

Beğenilen nitelikte olmayan, fena, korku ve endişe veren düşmanlar yaratıldı.

Ermeniler, Rumlar, Aleviler, solcular ve bitimsiz olarak Kürtler bu siyasilerin ve temsil ettikleri yönetimlerin düşmanları oldular hep.

Habis bir hastalığa karşı mücadele eder gibi bu insanlarla mukavemet ettiler.

Mukavemet de değildi aslında, onlar saldırıyorlardı bizler de çaresiz savunma içgüdüsüyle karşı koyuyorduk.

Ama temelde derin bir çelişki vardı çünkü hasta olan onlardı. Ve bu hastalık o kadar ileri boyutlara ulaştı ki iyiyle kötüyü ayırt edemeyecek duruma geldiler.

30 yıl önceki ölümler için göz yaşı döküp bugün yanıbaşlarında kendi himayelerindeki polislerce öldürülen, tel tel dökülen insanlara aldırmayan, Roboski katliamı için Genelkurmay Başkanı’na teşekkür eden hemen akabinde Dersim 38 için özür beyan eden iradeyi burada hatırlatmakta fayda görüyorum.

İslâmi ve insani hassasiyetleri çarşı pazarda meze yapmak da, Pozantı'da devletin nezaretinde Kürt çocuklarına tecavüz edildiğini duyup sessizliğe görülmek de, haberi yapan gazeteciyi bilmem ne düşmanı gösterip hapse atmak da "bal gibi" Sünni Türkçülük yapan Erdoğan'a ve AKP'ye nasip oldu.

Mezarı politika, cesetleri diplomasi olarak gören 90 yıllık siyasi kültürsüzlüğe son verip adil bir düzen kurmanın vaktini çok ötelemedik mi sahi?

90 yıl boyunca habis ruhlu generallerin ve siyasetçilerin hayallerimizi ateşe vermelerini izledik durduk.

"Yeni yaşam çağrısına" kulak vermenin, HDP'ye oy vermenin vakti gelmedi mi artık!

Ne dersiniz?