Sene 1946, aynı nizamın neferleri ve kurucuları olan İsmet İnönü ile Celal Bayar'ın yolları bir kez daha ayrılmış, seçim faaliyetleri sebebiyle mitingler yapmaktalar.

Her daim baskıyı ve sertliği cazip bulan geniş kitleler yeni bir kavramla tanışmışlar, lakin yabancısı oldukları ve pek de cazip bulamadıkları için kılıfına uydurup Demokrat Parti'ye ''Demir Kırat'' diyeceklerdi. İşte o yok sayılan geniş kitlelerin Demir Kırat'ı Celal Bayar ve Adnan Menderes öncülüğünde faaliyet yürütüyordu.

Celal Bayar seçim çalışmaları için Edremit'e gider ama ilçeye giremez. İlçeye girişi sağlayan köprünün üzerine boydan boya Türk bayrağı serilmiştir. El mahkum, ya bayrağı ezip geçecekler ya da bayrağı kaldıracaklar... Bayar durumu istişare etmeye gerek görmeden geri döner.

Bunlar ''büyük Şefin'' bariz seçim hileleriydi. İnceden güç gösterisiydi.

Tek parti rejiminin pençelerinden imkansızlıklara ve hukuksuzluklara göğüs gererek bu şekilde sıyrılmıştı Menderes'in ''Demir Kırat'ı.''

*************

Sene 1954, Demokrat Parti iktidarının hakimiyeti mutlak yılları... İktidar sarhoşluğuyla ekonomik krizlerin iç içe geçtiği yıllardı aynı zamanda.

''Gücü zorbalıkla tahkim etme alışkanlığı ''halkçı'' diye nam salan Adnan Menderes içim de geçer akçe olmuştu.''

İşe Demokrat Partiye oy vermeyen illeri cezalandırmakla başladı. İsmet İnönü'nün kalesi Malatya ikiye bölündü ve Adıyaman kuruldu, sonra gazetelere cezalar yağmaya başladı. Para cezaları, tutuklanmalar, görevlerinden el çektirilen memurların hırpalanması ''muhteşem bir şuursuzlukla'' ilerliyordu.

55 senesinin bahar aylarında ''yolsuzluk'' iddiaları haber olacak ve Adnan Menderes Meclis kürsüsünde şu sözleri söyleyecekti; ''biz bu muhterem heyete sıçan dedirtmeyeceğiz, eğer derseniz bunu yapan çok yüce bir şahsın damadı dahi olsa kulağından tutarlar sıçan deliğine tıkarlar.''

Menderes'in öfkesinin sebebi yapılan haberler değildi, haberlerin doğru olmasından dolayıydı. Demir Kırat, yolsuzlukla anılır olmuştu.

1954-1957 Cumhuriyet tarihinin en sert siyasal mücadele yılları olarak anılacaktı nitekim. Muazzam bir baskı rejimi vuku bulmuş, demokrasi hayalleri bir kez daha ''siyasal yolsuzluğa'' kurban olmuştu.

Menderes, her olumsuzluğu baskıyla def etmeye çalışıyordu. Her eleştiri düşmanlık nişanesi olarak görülüyordu artık.

Hazin sona koşar adım ilerliyordu Demir Kırat... Menderes Gaziantep ziyaretinde muhalefetten, medyaya, komünist birliklerine varana hemen herkesi tehdit ediyordu. Mevcut yasalar yetmiyorsa ilave yasalarla düzeni sağlayacağımızdan kimse şüpheye düşmesin diyordu.

Bir yasayla resmi kişiler hakkındaki kötü haberler yasaklandı. Artık muhalefetin ve gazetelerin her sözü fiili suçtu. Yeni yasayla cezalar daha da ağırlaştırılmıştı.

Bir sonraki adım muhalefeti bitirmek olacaktı. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası çıkarıldı. Protesto amaçlı her gösteri suç sayılacak ve dağıtılması için hedef göstermeksizin ateş açılabilecekti.

Yine o yıllarda Menderes bir kurultayda şu konuşmayı yapacaktı; ''Irak'ı misal göstererek adeta bizi öldürecek serseri arıyorlar, biz onların bu meşum maksadını seziyoruz. Bir zamanlar Atatürk'e dahi suikastler tertip edilmiştir ama buna cüret edenlerin idam sehpalarında can verdiklerini hatırlasınlar.''

Şüphesiz bu vahim bir yanılgıydı, hüsranın ve kötü sonun parametreleri bu şekilde yanlışın üzerine yanlış konularak yıkılmaya terk ediliyordu.

Menderes'in yanılgıları ve takındığı ''İsmetvari'' baskıcı politikalar, darbecilerin bahanesi olacaktı.

İdama giden yolda iskelet, yağlı urgan ve sehpa olacaktı...

***************

Demokrat Parti, sınırlı imkanların, mağduriyetlerin, halkçı bir şahsiyetin omuzlarında iktidara yürümesi hareketiydi!

Halka ekonomik refah vaadiyle iktidara gelen Menderes'in Demir Kırat'ı bitap düşmüş, muhalefeti temsil eden bütün adımları baskıyla alaşağı eden bir yapıya dönüşmüştü.

Tıpkı Adalet ve Kalkınma Partisi gibi, tıpkı Tayyip Erdoğan gibi... Mağduriyetten ''mağrur ve muktedir'' olmaya gidişin kahredici benzerliği...

Bana göre en hazin benzerlik, muhalefetin güç birliği arayışlarına Menderes'in ''vatan cephesi'' ocaklarıyla cevap vermesidir. Yurdun dört bir yanına bu cepheler kurulmuş, haber bültenleri her gün saatlerce cephelere katılan muhterem ve aziz vatandaşları ilan ediyordu.

Erdoğan'ın haklı haksız her türlü muhalif sesi ''vatan cephesine mevzilenerek'' püskürtmesi gibi...

Bu safhadan sonra yapacağım bütün yorumlar, belirteceğim bütün aksi hususlar bir anlamda ''husumet'' olarak anlaşılacağından, takdiri okuyucuya bırakıyorum.