Lazca, Doğu Karadeniz ve Güneybatı Kafkasya’nın yerli halkı olan Lazların anadilidir. Yerli bir anadil olarak; toplu olarak yaşadıkları Rize’nin Pazar (Atina), Ardeşen (Art’aşeni), Çamlıhemşin (Vija), Fındıklı (Vitze), Artvin’in Arhavi (Arkabi) ve Hopa (Khopa), Borçka ilçelerinde; Gürcistan / Acaristan’ın Batumi kenti civarında konuşulur. Lazlar, savaşlar nedeniyle tarihsel yörelerinden göç etmek zorunda da kaldılar. Yine toplu olarak, Türkiye’nin Batı kesimlerindeki yerleşim birimlerinde de yaşarlar. Bu sebeple Lazca aynı zamanda da bir muhacir dilidir de.  Bu sebeple Lazca, Doksan Üç Harbi’nden (1877- 1878) sonra Osmanlı yönetimi dışında kalan ve savaştan etkilenen diğer bölgelerden göç ederek Akçakoca, Karamürsel, Sapanca, Yalova vb. muhacir köylerinde topluca ve dağınık olarak yaşayanlar arasında konuşulmaktadır. Lazca yalnızca Türkiye’de Batı kesimlerinde değil, aynı zamanda da Abkhazya’da da bir muhacir dilidir. Lazlar için gurbet İstanbul’dan çok önce “Rusya” idi. Para kazanmak için, Osmanlı Lazistanı’ndan Moskova’ya, Soçi’ye, Tiflis’e, Gagra’ya, Gudauta’ya, Sokhumi’ya, Oçamçire’ye, Anakliya’ya ve onun gibi şehirlere gidiyordular. Çoğunlukla da şimdiki Abhkazya’ya gidiyordular. İşte bu sebeple de, “Sovyet Devrimi”nin ilk yıllarında Abkhazya’da da önemli ve topluca yaşayan Laz muhacir yerleşimleri oluşmuştu.

Lazca’nın alfabesi ve gramerinin oluşturulması çaba ve mücadelesi, günümüzden yüz elli yıl kadar önce başladı. Bu konuda dilbilimci Nikolay Marr bilgi verir. Osman Tamtruli de bu konuda yazar. İskender Tzitaşi de Sovyet Ansiklopesi’nde bu konuyu aktarır. Lazca’nın yazılı bir dil haline getirilmesi mücadelesinde bayraklaşan isim Hopalı Faik Efendi’dir. Sultan 2. Abdulhamit döneminde takibata uğrarlar; sürgüne gönderilirler. Osmanlı Lazistan’ında Laz kimliğini yaşatmaya yönelik çabalar kesintiye uğrar. Sovyet yönetimi, ülkede yaşayan küçük halkları da hatırlar. Lazlar da bu halklar arasındadır.  Sovyet Lazları Halk önderi partili İskender Tzitaşi, 1920’li yılların ikinci yarısından başlamak üzere Lazların kimlik mücadelesinde bayraklaşır. Laz Alfabesi (“Lazuri Alboni”) oluşturulur. 1929’da Lazca ilk gazete yayınlanır. Alfabe geliştirilir.  Lazca Tiyatro eserleri sergilenir. En önemlisi de Laz anadilleri okuları açılır. Lazca ders kitapları hazırlanır: “Çkuni Ç’ara- Albonişi Supara (1932)” (“Yazımız- Alfabe Kitabı”), “Oxesapuşi Supara(1933)” “Alboni (1935)”, (“Matematik Kitabı”), “Okitxuşeni Supara (1937)”  (Okuma Kitabı”). Lazların Sovyetler Birliği’ndeki “Kültürel Hakları” 1940’lara varmadan iptal edildi. Laz Halk Önderi İskender Tzitaşi, “halk düşmanı” ilan edildi, “yargılandı” ve idam edildi.

Türkiye Lazlarının kimliği ise, hiçbir zaman tanınmadı. Lazca yerleşim birimlerinin adları değiştirildi. Lazcanın yazılması şöyle dursun, konuşulması bile bazı dönemlerde engellenmeye çalışıldı. Sovyetler Birliği’nin çöküş sürecine girmesi ve çözülmesiyle birlikte Türkiye’deki Laz aydınları arasında da bir hareketlilik başladı. 1993 Kasım’ında “Ogni Dergisi”yle başladı bu entelektüel süreç. Başta Hopalı Faik Efendi’den, İskender Tzitaşi’den ve onların başlattıkları mücadele ve eserlerinden haberleri yoktu. Tekrar ateşi ve tekerleği keşfetmeye çalıştılar; bilindik hataları; kişisel sürtüşme ve saflaşmaları yaşadılar. Bu sebeple de 2004’teki TRT’nin anadil yayınlarında da, geçen yıl uygulanacağı duyurulan anadil dersleri müfredat hazırlama çabalarında da sınıfta kaldılar.

Laz aydınları, yüzelli yıllık kimlik mücadelesiyle irtibatlarını henüz sağlayamamış ve bu dönemi bilgi, belge ve önderleriyle ortaya çıkarıp sahiplenememiş olsalar bile, el yordamıyla ve bireysel çabalarla kimlik ve mücadelesine devam ediyorlar. Bu alanda son yıllarda Türkçe ve Lazca eserler ortaya koydular. Lazika Yayın Kolektifi, Laz Kültür Derneği, Sorun Yayınları ve Çiviyazıları’nın yayınları ilk akla gelebilenlerdir. Laz aydınları Lazca’ya önem veriyorlar. Lazcanın kimliklerinin en önemli unsuru olduğunu biliyorlar. Bu anlamda Ankara’da, İstanbul’da, Kocaeli’nde Lazca dil kursları çalışmaları yürütüyorlar. Ancak bütün bu çabalar, iyi niyetli de olsa yetersiz görünüyor. Gerek Lazların yaşadıkları ve yerlisi oldukları yerlerdeki ilkokullarda ve gerekse de Toplu olarak yaşadıkları Batı bölgelerindeki ilkokullarda Lazca anadil dersleri not ağırlıklı olarak okutulmalıdır. Bütün bunları devlet yapmalıdır. Çünkü Lazcanın bugünkü durumundan devlet tarafından uygulanan asimilasyon politikaları sorumludur. Yine aynı şekilde Lazların toplu olarak yaşadıkları Acaristan ve Abhazya’daki yerleşim birimlerinde de benzer iyileştirci düzenlemeler yapılmalıdır.

Laz kimliği ve  Lazca, geçmişte uluslararası dengelere kurban edilmiştir. Bu dengeler ortadan kalktığına göre, artık bürokratik anlamda da değişikliklerin zamanı gelmiştir. Lazca yaşamalıdır.