Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) geçtiğimiz günlerde yaptığı Olağanüstü Genel Kurulu'nun sonuç bildirgesine ve Genel Kurul'da yapılan konuşmalara "tepki" yağdı.

Tepki gösterenlerden biri de Radikal yazarı Ezgi Başaran.

Başaran, "Kimse kusura bakmasın" diyerek bildirgeyi "yersiz ve zamansız" olarak nitelemiş:

"(...)Çatışma ve kaos ortamında müzakere masasının nasıl yeniden kurulacağına ilişkin kafa patlatılacağına, böyle sözler söylemek, bu tür bir bildirge yayınlamak yersiz ve zamansızdır. Kimse kusura bakmasın.(...)"

Bu yazı, Ezgi Başaran'ın yazısının içeriğine bir cevap değildir, bunu baştan söyleyeyim. İçeriğine hiçbir şekilde katılmadığım yazısına cevap vermek başka bir yazının konusu...

Ben sadece Başaran'ın "Kimse kusura bakmasın"larına takıldım. "Kusura bakmazsa" birkaç şey söyleyip kısa keseceğim.

Başaran'ın alıntı yaptığım yazısı "Kürt hareketinin özyönetim hastalığı" başlığıyla 29 Aralık 2015'te yayınlandı.

Başaran'ın "Kusura bakmayın" dediği "Kürtleri kim temsil ediyor?" başlıklı, başka bir yazısı da 25 Aralık 2015'te yayınlandı. Başaran bu yazıda, "Gazete adıyla çıkan bir takım yayınlarda yazılar yazan ama gazetecilik yapmayan" kişilere "Kusura bakmayın" diyor bu defa.

"(...)Kusura bakmayın ama sizin derdiniz barış ise, çatışmanın sonlanması ise niçin vatandaşı olduğunuz, hatta tüm etik kuralları altüst eden ilişkiler içine girdiğiniz devletle konuşmuyorsunuz?(...)"

Ben de Ezgi Başaran'a, "Kusura bakmayın ama" diye başlayarak şunu sormak istiyorum:

Siz hem ona hem buna nasıl karşı oluyorsunuz? Başka bir deyimle hem nalına hem mıhına nasıl vuruyorsunuz?

Eyüp Can da bu yeteneğe sahipti.

Hatırlarsanız Radikal gazetesi, namlusu bükülmüş kalaşnikof marka silahı sembol yaptığı, "Savaşma Konuş" adıyla bir kampanya yapmıştı. O zaman hapishanedeydim. Hapishaneden bir mektup yazıp benzer bir soru sormuştum: "Siz bunu nasıl beceriyorsunuz?"

Yine de haksızlık yapmak istemem; hem ona, hem de buna karşı olmak, "Kusura bakmayın," demek mümkün, ne yani, taraf olmayan bertaraf mı olsun?