İlker Başbuğ’un görmediği

İki gün boyunca “Kürt sorunu nasıl çözülmez?” sorusunu örneklerle cevaplamaya çalışacağım. İlk olarak eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Şükrü Elekdağ’la yaptığı ve Pazar-Pazartesi günleri tam sayfa yayınlanan söyleşiyi ele almak istiyorum. Aslına bakılacak olursa, Başbuğ’un tespitlerinden hareketle “Kürt sorunu nasıl çözülmez?” sorusuna cevap aramak biraz çelişkili zira o da tıpkı Başbakan Erdoğan gibi “Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin sorunu vardır” çizgisinde.

İşte tam da bu noktada “Kürt sorunu nasıl çözülmez?” sorusunun ilk cevabı karşımıza çıkıyor: Eğer bir sorunu çözmek istiyorsanız önce onun varlığını kabul etmelisiniz. Diğer bir deyişle Kürt sorununun çözümü için öncelikle belli iktidara sahip kişiler “Aslında Kürt sorunu yok” demekten vazgeçmelidir.

Başbuğ Kürt sorununun olmadığı iddiasını Prof. Metin Heper’in “Devlet ve Kürtler” adlı kitabında dile getirmiş olduğu tezlere dayandırıyor. Prof. Heper’in kitabını çıkar çıkmaz okudum ve kendisiyle Vatan Gazetesi için oldukça kapsamlı bir mülakat yaptım. Onun “Türkiye Cumhuriyeti’nde asla Kürtlere karşı ayrımcılık güdülmemiş, asimilasyon yapılmamıştır” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımı kısa zamanda bir tür “yeni resmi ideoloji” halini almıştı. Bu hiç kuşkusuz “Kürt yok, dağ Türkleri var” yaklaşımına kıyasla “daha ileri” bir pozisyondu fakat pek gerçekçi değildi. Nitekim Başbakan Erdoğan “İnkar ve asimilasyon politikalarına son verdik” diyerek Prof. Heper’in (ve onu takip edenlerin) görüşlerine itibar etmediklerini vurgulamış oldu. AKP hükümetinin devleti tam anlamıyla kontrol etttiğini kabul edersek, Kürt sorununda yeni resmi ideolojinin gerçekten yeni olduğu, henüz tam olarak şekillenmemekle birlikte geçmişten mutlak anlamda bir kopuşu temel aldığı ortadadır.

Özür dilemeyi bilmek

Bu açıdan bakıldığında, Başbakan’ın “Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin sorunu vardır” yaklaşımından memnun olan İlker Başbuğ’un esas büyük remi, yani devletteki paradigma değişimini görmediğini, belki de görmek istemediğini söyleyebiliriz. Başbuğ’un farkında olmadığı bir başka yenilik, AKP iktidarının önde gelen birçok isminin, hiç çekinmeden geçmişteki bazı vahim yanlışları görmesi, devlet adına bunların sorumluluğunu üstlenmesi ve birçok durumda, hiç çekinmeden bu yanlışların mağdurlarından özür dilemesidir.

Öyle ki iki gün tam sayfa yayınlanan söyleşide, Başbuğ’un ağzından herhangi bir özeleştiri cümlesiyle karşılaşmadık; hatta tam tersine TSK’nın PKK ile mücadelesinde başarılı olduğunda, Amerikan düşünce kuruluşu Rand’e dayanarak ısrarlı olduğunu gördük.

Başbuğ’u okuduğumuzda kabaca şöyle bir tablo çıkıyor: “Asker kendisine verilen görevi son derece iyi bir şekilde yerine getirdi, fakat siyasi iktidarlar diğer alanlarda yapmaları gerekenleri yapmadılar. Bu arada bazı dış güçler de Türkiye’nin bu sorunu çözmemesi için ellerinden geleni yaptı.”

Başbuğ gibi entelektüel yönü güçlü bir askerden, artık hiçbir anlamı kalmamış olan bu tür değerlendirmelerden uzak kalıp, tüm TSK adına inandırıcı (ve mutlaka gerekli) bir özeleştiri sürecini başlatmasını beklerdim. O yapmak istemiyor olabilir ama ergeç TSK içinden birileri, Kürt sorununun bir türlü çözülememesinde ordudan kaynaklanan hatalarla yüzleşme cesaretini ve bu yüzden tüm Türkiye’den özür dileme onurunu gösterecektir.

Başbuğ’u (ve onun gibi düşünenleri), dün bu köşede ele aldığım Rojin Canan Akın ile Funda Danışman’ın birlikte kaleme aldıkları “Bildiğin Gibi Değil” (Metis Yayınları, Siyahbeyaz Dizisi) adlı kitabı okumaya ve çocuklukları Güneydoğu’da geçmiş 19 Kürt gencinin anlattığı birbirinden çarpıcı baskı ve zulüm tanıklıktan haberdar olmaya davet ediyorum.

Yarın Hürriyet yazarı İsmet Berkan’ın başlattığı “Kürtlere pozitif ayrımcılık” tartışmasını değerlendirmek üzere.

***



İTÜ öğrencisi Tolga Baykal Ceylan bundan 7 yıl önce İğneada’da kayboldu. Başbakan’ın da yakından ilgilendiği bu kayıp olayını araştıran TBMM İnsan Hakları Komisyonu

Bünyesindeki alt komisyonun raporunda Ceylan’ın gözaltına alınmadığı, dolayısıyla gözaltında kaybedilmediği iddia edildi.

Ailesi ve insan hakları savunucuları, bu rapora itirazlarını dile getirmek için Ceylan’ın kayboluşunun 7. yılında İğneada’ya gidiyor. Taleplerini şişelere koyup, karanfillerle denize bırakacaklar. 13 Ağustos Cumartesi sabahı saat 8. 30’da Taksim AKM önünde buluşuluyor.